24 Ekim 2012 Çarşamba

BODY WORLDS

Yaşam Döngüsü

ve diğer şeyler...

Ankara'da hafta sonlarımı Ebru ile doldurduğumu zaten biliyorsunuz. Orada kaldığım üç hafta süresince iki hafta sonunu onların evinde, buraya gelmeden önceki cumartesi gününü de Kentpark Avm'de geçirdik.

Ben hiçbir yeri bilmediğim ve doğal olarak hiçbir yere nasıl gideceğimi de bilmediğim için, birde buluşmak üzere sözleşmiş olduğumuz halde 11'de evden çıkmıştım. Veya 11 buçukta, net olarak hatırlamıyorum.

Sora sora Bağdat bulunurmuş, Kentpark neden bulunmasın? Önüme gelene yol soruyorum, yakında tüm Ankara ile bütünleşeceğim bu sayede. 

Neyse okuldan gayet rahat gidiliyormuş oraya meğersem. İki kız kestirdim gözüme sordum, onlar da güzeelce tarif ettiler. Otobüs tıklım tıklımdı, insan kadar da çanta vardı çünkü millet evine gidiyordu. Neyse indim ineceğim yerde. Saat 12 olmuştu ben oraya ulaştığımda. "Bire kadar ne bok yiycem ben?" diye düşündüm, belim de ağrıdığından pek gezme yanlısı değildim. Oturdum bir yere kitap okudum. Evet, alışveriş merkezine kitapla gittim. Evet orada kitap okudum. Olamaz mı?!

Ebru gelince evvela bir tuvalet bulduk. Ömrüm Ebru'yu hela kapılarında beklemekle geçiyor onu da belirteyim. Neyse ben kahvaltı da yapmadığımdan açlık içindeydim. O da açmış şükürler olsun ki! Soluğu üst katta aldık ve etrafımızda dönen yiyecek şeysinlerine bakarken bulduk kendimizi. Neysilerine? Şeysilerine. Bilmiyorum işte, cümle kuramadım! Zaman zaman herkese olur. Neyse. Sonra Ebru bir menü tavsiye etti bana. Adam hazırlarken içimden "Lan bunla doymam ki ben, azıcık" diyordum ama yedikten sonra "Ebru kusucak gibiyim ben, oha ne biçim doydum!" diye sızıldanmaktaydım. Açken acım diye, tokken tokum diye söylenebilen bir yapım var!

Biraz oturduk çene çaldık. Okulu anlattım, hocaları, kızları, ve bir de size çok çok nadir bahsettiğim ve bahsettiğimde kuvvetle muhtemel farkında olmadığınız biri'ni anlattım. Baktık konuşmaktan çenemiz ağrıyor, dondurma yiyelim dedik. Ah o dondurma seçimi benim için ne zor size anlatamam! Adamlar oraya kavunlu, böğürtlenli, kivili, çilekli, limonlu, sevdiğim her meyveli (!) dondurmayı koymuşlar. Gerçi kiviyi sevmem, hatta kividen nefret ederim. Buna rağmen tutup koca bir kâse kivili dondurma aldım! Neyse ki dondurma hali meyve hali gibi değildi, çok beğendim. Öküz gibi tavuk zımbırtıları yedikten sonra bir de öküz gibi dondurma yedik! Sonra biraz da dondurma yerken konuştuk. Bu sefer o anlattı, korkularından bahsetti ben dinledim. Konuşma süresince hatrısayılır miktarda "Ben dediiim!" ve "Ebru sen salaksın" gibi cümleler sarf ettiğimi göz ardı ediniz.

Sonra kalktık kitapçıya gittik. Kitapçıda kendimizi kaybettik! Ben onu Michael Jackson ile ilgili bir kitap alması için ayarttım, o da beni Richard Dawkins'in bir kitabını almam için ayarmaya çalıştı. Ama adam çok popi olunca güvenemedim, dikkate alsam mı bilemedim. Zaten kitaplarından biri "best seller" olmuş. Neyse işte, dünya kadar para vermeden önce hakkında bir izlenim edinmek istediğimi söyleyerek almadım kitabı. Gittim Ali Demirsoy'un bir kitabını aldım.

Sonra bir baktık saat beş olmuş ya da beş oluyor! "Hiiiiyh Ebru çok oyalandık! Daha sergiyi gezecektik güya yürü!" diye panik içinde sürükledim onu. O da beni sürükledi. Birbirimizi sürükledik.

Ankara'da en aktif olduğum şey SIRA BEKLEMEK! Tabii ki yemek yemek, otobüse binmek ve akla gelebilecek herhangi bir eylemi gerçekleştirmek için hep yaptığımız gibi, sergi için de sıra bekledik.

Sergi muhteşemdi! (Şu yukarıdaki "Yaşam Döngüsü" yazısına tıklayarak hakkında bir şeyler okuyabilirsiniz.) Fetüslerle başlıyor ergin bireye doğru yol alıyorsunuz sergide. (Ne de saçma cümle oldu ama toparlayamadım.) İç organlar, kaslar, kemikler, yapı ve işlevleri minik minik özetler halinde yanlarında yazıyor. İnsan yaşamının her alanı hakkında bir şeyler bulmak mümkün sanırım. Doğum, yaşam, ölüm... Hevet boşuna "Yaşam Döngüsü" dememişler.

Her şeyi okuduğumu, incelediğimi gören Ebru beni "Cessie ileride birsürü şey var, atlayarak gezmezsek çok geç kalırız" diye uyardı. Uyarmasa orayı görevlilerle birlikte kapatacaktık herhalde. Ama müthişti!

  • Görevli demişken, biz orada gezerken elinde cam-sil'le gelip "Bi dakika canım" diye araya girerek camekanları temizleyen teyzeye
  • Bir öbek çocuğu bi bok anlamayacaklarını düşünmeden, sergi göstereceğiz diye getiren öğretmene
  • -belki haklı olarak- Sıkılıp orada kovalamaca oynayan ve her defasında "Aaaa adamın/kadının şeyine bak!" diye haykıran çocuklara
derin  saygılarımı sunmadan edemem.

(Öte yandan ironiyi bi kenara bırakırsak, verdiğim linke tıklayacak ve o siteyi kurcalayacak olursanız göreceğiniz üzre, vücutlarını hekimlerin mesleki yeterlilik kazanması ve meslekten olmayan insanların bilgilendirilmesi için bağışlayan her birey, saygıyı hak ediyor.)

Oradan da çıkınca  atm'den para çekmem gerekti benim, aşağı kata inip onu hallettik. Sonra benim odada suyum yok diye 4 küçük şişe su aldık. Biri Ebru'nun oldu diğer üçü bana kaldı. Önceki gün de dört şişe su alıp ikisini içmemiştim. Şimdi odada net üç küçük şişe suyum var galiba ^.^

Çıkınca "eve nasıl döneceğiz?" sorusuyla karşı karşıya kaldık. En şirin halimizle bir teyze bulduk, ona sorduk. Oradaki duraktan ikimizin binmesi gereken araç da geçiyormuş, bir oh çektik. Ebru benden önce gitti. Bize yardımcı olan teyze de gitti. Ben kaldım orada. İçime bir kuşku düştü gözüme bir başkasını kestirdim. Suratıma en şirin olduğunu düşündüğüm fekat muhtemelen ağzımı iki taraftan çekiyorlarmış gibi görünen tebessümü oturttum ve "Afedersiniz. Beytepe kampüsüne nasıl giderim acaba?" diye sordum. Teyze de beni benimsemiş olacak ki otobüs gelince benden çok heyecanlandı ve "Koş, koş!" diye ittirdi beni! Arkamızda korku filmlerinden förtmüş bir manyak varmış gibi hissederek koştum ben de. Adam durmuş yolcu bekliyordu halbuki.

Neyse ki bomboştu. Oooh mis, yayılarak gittim okula. Kulağımda müziğim, üç kat çıkıyorum diye sızlanmadım bile!

Eve gelince bir banyo yapayım dedim. Ben banyoya girmeden sağolsun annem aradı, bir sürü lafa tuttu beni. Neyse keyifle banyo yapıyordum ki elektrikler kesildi! Su soğumadı ama, ben de karanlıkta, hafiften tırsarak banyo yapmaya devam ettim. Telefonumun ışığı sağossun, banyodan çıkmama, yatağıma oturmama yardımcı oldu. Yok yea, o kadar karanlık olmuyor aslında, dışarıdan ışık geliyordu biraz.

Oturdum bir yandan Ebru'ya bir yandan az bahsettiğimi söylediğim şahsa ki mesaj atıyor, "Elektrikler gitti! Ben çantamı hazırlayacaktım daha!" diye yakınıyor bir yandan saçlarımı taramaya çalışıyordum ki elektrikler geldi. Böylece çantamı hazırlayabildim.

Yattıktan sonra da mesajlaşmaya devam ettiğimiz için saat 3 gibi falan anca uyudum herhalde. Şimdi bir de Adana'ya gelişimi anlatmak isterdim ama açım ve parmakların yoruldu canlarım.
Şu yazıların sonunu bağlayamayışım da ayrı bir hoş.
Yine iştaha geldiğim ve yazmak istediğimde görüşmek dileğiyle, esen kalın.
*.*

8 yorum:

  1. Sergiye hayran kaldım resmen, anlatamam. İçimde çok pis 'doktor olsana sen hehe' diye beni dürtükleyen bi ses var, sevmedim onu. Sanırım üniversite hayatı beklediğinden biraz daha kötü geçiyor ama eminim ilerde alışırsın. Eve dönmene sevindim, iyi bayramlar :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar :D
      Üniversite hayatım beklediğimden farklı değil aslında, yazarken içimdeki somurtuk dışarı çıkıyor olabilir sadece :D
      Eve dönmeme ben de sevindim. Teşekkürler, sana da iyi bayramlar :D

      Sil
  2. iyi iyi herşey yolunda.
    bi de mesaj trafiği, hadi bakalım.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnternet bulamayınca telefona dadandık Deep :D

      Sil
  3. Ne güzel anlatacak bir sürü bir sürü şey. Ben anca mızmızlanayım :D
    Yaşam döngüsü sergisine gidebilmeyi çok isterdim... :/ Ama olmadı. Hayırlısı, bir gün...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Üzülme, nerelere nerelere gidersin sen de daha.
      Seneye de senden dinleyeceğiz yeni okulunu, arkadaşlarını :D

      Sil
    2. Ay heyecanlandırdın :D

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;