26 Ocak 2013 Cumartesi

Son Zamanlarda Olanlar

Pazartesi gecesi arkadaşlar film izlemek niyetiyle blokların birinde toplaşmışlardı. Ben çok uykusuz olduğum için gitmemiş, fakat yine uyumayıp bir de can sıkıcısı bir telefon konuşması yapıp, kötü bir gece geçirmiştim. Utku beni film izlemeye çağırmak için aradığında ertesi akşam için yapılan plandan söz etmeyi unutmuş ama ertesi gün Burcu haber verdi. "Herkes evlere dağılmadan bir araya gelelim, pasta yapalım." demişler. Salı akşamı toplanıp Burcu'nun bloğa gittik. Onun çamaşırı da olduğu için, bir yandan pasta yapar bir yandan da onları kontrol eder diye düşündük. Ama görevli kadın Sabina'yı almamış öğrenci evlerinde kalmıyor diye. Bu sefer toplaşıp bizim bloğa geldiler. Bizim kattaki mutfağa yayıldık ve pasta yaptık.
Pastalarımız *.*
Sonra da 7 kişi, üç pastayı çatlarcasına yedik. Mikserimiz falan olmadığı için elimizle çırptık kremayı. Yorulan ötekine devretti, o kremalar heeeerkesin elinden geçti sanırım. Sonra hazır keklerimizin arasına yaydık biiir güzel. Pastaların arasına muz ve kivi dilimleri yerleştirdik. Üzerine diğer keki kapatıp yine kremayla kapladık. Sonra da portakal ve elma dilimleriyle süsledik ve çikolata eritip üzerinde gezdirdik. Sonra da ÇATLAYANA DEK yedik. Ben kendimden hiç öyle bir performans beklemezdim ama koskoca iki dilimi mideye indirdim, üç de olabilir.

Sonra hem bunları eritmek gerek diye düşündük, hem de Merve'yi durağa bırakalım dedik. Sonra bir yere oturduk gecenin körüne kadar sohbet ettik, çeşitli itiraflarda bulunduk. 

temsili ben.
Ertesi günü, yani çarşamba gününü molekülere adadık. Perşembe sınav vardı çünkü, son moleküler sınavıydı. Öğle yemeğinden sonra kütüphaneye gittik. Utku, Burcu ben üçümüz birleşip bir odaya geçtik, orada çalıştık, hocaları çekiştirdik, klasik öğrenci geyikleri döndü işte aramızda. Ben önceki sınava çalışmadığım ve son derece kötü bir not aldığım için finalde totom tutuşmuştu. Baya gerildim. 

Ertesi sabah, Burcu'ya ve bana her şey çok gerçek dışı görünüyordu. Sınavların bittiğine, ertesi gün eve döneceğimize inanmak bizim için oldukça zor oldu. Hatta sabah Burcu "Cessie, acaba rüyada mıyım diyorum, inanamıyorum" dedi. Evi çok özlemiştim evet ama o ortamdan kurtulmayı da çok istiyordum. Son zamanlarda çok huzursuzdum, gergindim ve bunalmıştım. 

Sınavdan sonra alışveriş merkezine gidecektik Burcu'yla, taaa ne zaman kararlaştırmıştık. Ebru "Ben bırakırım sizi." dedi. Yolda Gülsena mesaj attı, kızlarla Kızılay'a gidecekti ama vazgeçmiş, onu  da köprüden alalım istedi, o da geldi. Bana eşofman alacaktık, sonra da kitapçıda gezecektik işte. Ebru çok kalamadı, nöbeti de vardı onun, gitmek zorunda kaldı. Gülsena bizimleydi. Onun bizimle olması biraz gerdi sanırım Burcu'yu. Gülsena iyi niyetli, temiz de kalpli ama biraz zor bir insan. Bir de şu son zamanlarda saplanıp kaldığımız tek bir isim... Neyse bu konuda çok fazla konuşmak da istemiyorum. Sadece şöyle ki, bazen aptal yerine konmaya çalışıldığımı hissediyorum ve buna ses etmiyorum. Bu oyunu sürdürmek, itiraz etmekten daha kolay geliyor. Durup insanları gözlemek de ilginç oluyor. Tek üzüldüğüm şey, samimiyetimi parça parça yitiriyor olmak... 

perşembe sabahı Ankara böyleydi.
Ertesi sabah, yani perşembe sabahı, yani dün iki buçuk saatlik bir uykuyla düştüm yollara. Zaten yağmur sağolsun, bastıracak günü bulmuştu. Valizleri, çantaları sürükleyene kadar canımız çıktı. Bir de ıslandık ve üşüdük. 

Servisler oluyor, onlarla gitmiştik geçen sefer AŞTİ'ye. Yine öyle yapalım dedik ama kaldırılıp kaldırılmadıklarından emin olamadık. Orada bekleyen bir kadına sorduk, kaldırıldığını söyledi. Sormaz olaydık, meğer kaldırılmamışlar! 

Bunun üzerine EGO'ya bindik yetişemeyiz korkusuyla. Tek sorun nerede ineceğimizi bilmememizdi. "Bavulu olan insanları takip edeceğiz Burcu, yapacak bir şey yok." dedim ve gergin bir bekleyiş başladı. Sonra biz de indik herkesle, ve yine çantaları sürükleye sürükleye metro girişini bulduk. Oradan da metroyla AŞTİ'ye ulaştık.

Gittiğimde Melek oradaydı, bizi bekliyordu. Sabahın köründe zırt pırt mesaj attığım için telaş yapmış biraz. Bir de telefonum bozuldu. İkide birde kapanıyor. Kapanıvermiş yine, ulaşamamış bana. Neyse ucu ucuna yetiştik ve kendimizi otobüse attık.

Melek ve ben otobüsteyken.
Ah şu her anı ölümsüzleştirme isteğim ah...
Otobüslerde hiç uyuyamam. Yine öyle oldu, bir türlü uyuyamadım. Tam gözlerim kapanıyorken, dalıp gidecekken sıçrayarak uyanıverdim. Yol boyunca aynı şarkıyı dinledim. Büyük Balık'ı bitirdim ve sıkıldım. Arada Melek'i dürtükledim, taciz ettim.

Otobüsteki hostes tam bir mendeburdu yahu! O suratsızlık, o sevimsizlik, o moronluk... Tanrı özenerek yaratmış onu herhalde. Çabalamış böyle, zaman ayırmış.

Adana'ya yaklaşınca annemleri aradım. Saatin üçünde yollara düşmüşler. Ev ahalisi heyecan yapmış, üç ay bekleyen annem üç dakika bekleyemeyeceğini düşündü herhalde ki babamla o da gelmiş beni karşılamaya. Tam biz telefonda konuşurken telefon kapandı yine. Bu sefer pılımı pırtımı toplayıp şu bir lira atıp telefonu şarj ettiğimiz cihazlardan aramaya koyuldum. Bir tane buldum, babamı aradım. Peron numarası verip beklediğimi söyledim. Çok sürmeden geldiler zaten. Çarşı çok kalabalıkmış, bir saattir yollardalarmış meğer.

Annem söz verdiği gibi mantarlı böreğimi hazır etmişti. Deli gibi börek yedim. Saat sekiz buçuk olana kadar annemlerle oturdum, sonra daha fazla dayanamayacağıma kanaat getirip yattım. Nasıl bir yorgunluksa benimki, bir ara altı gibi tuvalete kalktım, sonra geri yatıp öğlene kadar uyudum. Öğlen de bir baktım, Sinemis yanıma gelivermiş. Annem zorlamış biraz, Mecit Abi'm bize getirmiş de işte, annem de "Yat ablanın yanına" demiş. Günü onunla geçirdim. 

O çantayı taşımaktan kaslarım öyle bir gerilmiş ki şu sağ tarafım en minik hareketlerde bile inlemeye benzer minik sızlanışlar yaratıyor...

Bu arada Burcu bana kitap hediye etti, Zaman Çarkı serisinin ilk kitabı. Yeni seriye başlamak istiyorum diyordum da bir türlü başlayamıyordum. Bu konuşulunca aramızda böyle bir jest yaptı, çok da candır. Şimdi ona başladım.

Geçenlerde şu soru sorma şeysine bir yorum geldi blogumla ilgili. Kim olduğunu bilmediğim ama altı aydır blogumu takip eden biriymiş. Bunu buraya yazmak doğru olur mu bilmiyorum ama bilirsiniz, düşündüğüm pek çok şeyi yazarım ben. Şikayet etmek adına değil, paylaşmak adına yazıyorum, affına sığınarak...

İlk yorumu beni oldukça rahatsız etmişti aslında. "he bir de üniversiteye adım atınca degişengillerdensin. Bence artık sen de herkes gibisin. Blogun da bozmaya başladı, ya da belli ki problemlerin var... Umarım en kısa zamanda bu ruh halinden kurtulursun "Cessie"." Blogumla ilgili söylediklerine çok takmamıştım da bu üniversiteye başlayınca değişme kısmı canımı sıkmıştı. Elbette değişmiş olabilirim, değişmişimdir de ama bunun üniversiteye başlamamla ilgisi olduğunu pek düşünmemiştim. Sonra kendimce açıklayıcı bir yanıt yazdım. Bu gün baktım, yine yorumda bulunmuş. Kastettiği yazılarımın içeriğiymiş. Özür dilemiş, belki yine uğrarım demiş.

Bu konuda da başlamışken bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyorum.

Yazmak benim için yürümek gibiydi veya konuşmaya başlamak gibi. Nasıl olduğunu anlayamadım, zamanı gelince oluverdi sadece. Birinci sınıfa başladığımda kendi öykü kitabımı oluşturmuştum. Çizimleriyle birlikte. Yazıyordum, çiziyordum, boyuyordum. İlk günlüğümü yazmayı yeni öğrendiğim zamanlarda almıştık, tabii yok oldu, durmuyor. Son sayfasına dek kullandığım ilk günlüğe ise beşinci sınıfta sahip oldum. Liseye başlayana kadar yazmaya devam ettim. Dediğim gibi, benim için ihtiyaçtı sanırım ya da doğamda vardı. O zamanlar bunu yalnız oluşuma bağlıyordum ama şimdi anlıyorum ki yazarak gevezelik etmek benim yapımda var. Ne kadar anlatırsam anlatayım yazdığımda olduğu kadar yerine oturmuyor bir şeyler. Belki de düşünme işlemini yazmadan gerçekleştiremiyor oluşumdan...

Lisede bir takım nedenlerden, bıraktım yazmayı. Dokuzuncu sınıfın başlarında yazdıysam da sonuna geldiğimizde neredeyse hiçbir şey yazmıyordum sanırım. Kimseyi bir şeyler anlatmaya değer bulmadığımdan belki, anlatma işi de kıymetini yitirmişti. 11. sınıfa kadar yazmadım. Hemen hemen hiçbir şey yazmadım. Öykü yazmadım, günlük tutmadım. Bildiğiniz yazmadım yani.

Sonra bir gün, birden "yazsam" diye düşündüm. Sonra da okul dergisi ekibinde buldum kendimi. Gerisini biliyorsunuz işte. O zamandan beri yazıyorum. 

Ama düşününce (yorum yazan kişiye ne demeliyim, Anon mu? ) Anoncan'ı haklı buluyorum. Çünkü ben de farkındayım eskisi gibi yazmadığımın. Anlatacak çok az şey var çünkü. Bazen de çok fazla şey var ama anlatamıyorum. Beni üzen şeylere çok yüzeyden tanık olabiliyorsunuz, belki de hiçbir şey anlamadan. Amaç da okuyana bir şey anlatmak değil zaten, yazmak ve kurtulmak. Yazıyor ve kurtuluyorum. Bu ne olduğu belirsiz şeyler dışında çoğu şey kakara kikiri, boş beleş şeyler, fark ediyorum.

Ama bunca zaman beni okuduysanız bilirsiniz ki, eskiden yazdıklarımı yazmama neden olan şey her ne ise o şey yok olmadı ve hâlâ içimde duruyor. Sadece şu an anlatamıyor veya anlatmamayı tercih ediyorum. Çok fazla gözlemliyor ama çok az konuşuyorum. Bir de bir umursamazlık var üzerimde, inkarı mümkün değil. Pek çok şeyi akışına bıraktım ve izliyorum.

biraz karmaşık...
Yine yanlış anlaşılmasın, bu bir "DÜZELECEĞİM, BLOGUMU OKUMAYA DEVAM EDİN" yazısı değil. Ben, alınmayın veya yanlış anlamayın ama bunu sanıldığı kadar umursamıyorum. Yazmaya başladığımda kimse yazılarımı okumasın istiyordum ama paylaşmaktan da alıkoyamıyordum kendimi. İlk takipçim bende bir sevinçten çok kafa karışıklığı yaratmıştı. Blogu kapatmakla devam etmek arasında bir seçim yapma ihtiyacı duymuş ama her nasılsa devam etmiştim. Bundan sonra da her takipçi beni bir yandan sevindirirken bir yandan tedirgin etti uzunca bir süre. Yeni yeni alışmaya başladım aslında. 

Şimdi de bir benzeri oluyor. Bakıyorum, bir takipçi eksilmişse üzülmekle üzülmemek arasında şöyle bir gidip geliyor, sonra da yazmaya devam ediyorum. İşime bakıyorum... Uzun bir süre böyle sürecek belki. Sizinle eften püften bir şeyler paylaşacağım, sonra bir gün de çıkıp "bırakıyorum" diyeceğim belki. Belki de eskisinden farklı ama daha iyi şeyler yazacağım. Bilmiyorum. Ama asla eskisi gibi olmayacak. Çünkü yaşıyorum, okuyorum, izliyorum ve dinliyorum... Bu yaşlar kişiliğin büyük ölçüde şekillendiği yaşlardır evet ama bu bir katılaşma değildir herhalde. Değişiyorum tabii, ve değişmeye devam edeceğim. Aksi beni daha çok korkuturdu.

Sadece bunları da söylemek, böyle bir yorumdan sonra, "Ne oldu lan buna?!" diyen başkaları da olduysa diye açıklama yapmak istedim.

Anoncan'a olanca samimiyetiyle böyle bir eleştiride bulunduğu için teşekkür ederim. Bu da öyle göstermelik bir teşekkür değil, çok samimi bir teşekkür. 

Söyleyeceklerim bu kadar.
Gidip bıcı bıcı yapayım.

9 yorum:

  1. İnan anlıyorum o boş vermişliği.
    İliklerime kadar hissediyorum hatta.

    YanıtlaSil
  2. Ya da senin tabirinle anoncan, yok sevmedim ben anoncan kelimesini. Sen anonimcan de bana, sürç-i lisan ettiysem affola :-) Sana ilk yorum attıgımda gizemli olmasından bahsettin benim anonimligimin :-) Gizemli kalsın hep, uzaktan takip etmek, "giz" olmak sevindiriyor beni :-) Hayatına da hareket geldi hem, fena mı? :-) Altı aydan fazla da olabilir bu arada, bilgilendirmem yanlıs olsun istemem, şimdiden sıhhatler olsun, Adana'ya hoş gitmişsin. ;-)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok, dediğim gibi işte... Dediğimi biliyorsun zaten.
      Kalsın, benim için sorun yok. Hatta -gözlediğim kadarıyla söylüyorum- kişiliğine aykırı olmasa sapığım bile olabilirdin *.* Hiç sapığım olmadı, bir tane olsa fena olmazdı. ^^

      Hoşbuldum Adana'da. Anne yemekleri buldum, çok güzel her şey :D

      Sil
  3. Kalsın dedigin ne? Statümü sapıga cıkarman biraz hoş olmadı sanki... Kırıcı ziyadesiyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kimliğin gizli kalsın demek istedim.
      Aaa sapık demedim :( Yanlış anlaşılmışım, bilsem yazmazdım. Neyse bunu açıklamak çok zor, gereksiz bir şey söylemişim. Sapık değilsin Anonimcan. Hiç de olamazsın, bunu biliyoruz.

      Sil
  4. Dalga geç bir de üstüne...

    YanıtlaSil
  5. ne dolu yazı ya.
    :)
    pasta molekül yolculuk.
    üniversiyete başladın değişim normal ama blog anlamında senden bi değişiklik yok ki.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ehe.
      Dolu dolu geçti son bikaç günüm ondan.

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;