6 Kasım 2013 Çarşamba

homur homur


bizim blok bi' kural koymuş, artık erkek arkadaşlarımız odalarımıza hiç çıkamayacakmış. ancak ve ancak görevlinin izniyle, gerekli görülürse birkaç dakika için çıkabileceklermiş. senelerdir yoktu böyle bi' kural. aslında sanırım sadece bizim blokta var zira biz mert'in odasına girebiliyoruz. neyse işte, bu kuralı pek ciddiye almadık. bu gün mert odamıza geldi. aslında onu kaçak göçek sokmak niyetinde hiç değildik, görevlinin odasına bi' bakış attık, kapısı kapalıydı. ya kapının önüne gitmedik, odaları en alt katta olduğundan içeride olmadığını pencereden görmüştük bloğa gelirken. neyse sanırım bi' not asmış kapısına bulunduğu yere dair. biz direkt odaya çıktık.

mert'ten, burcu'dan ve benden söz ediyoruz. en fazla ne yapabiliriz? ben uyudum, mert kitap okudu, burcu da kütüphaneye gitmiş sanırım bi' ara. uyandığımda mert burcu'nun masasında kitabını okumaya devam ediyordu. arkadaşız yahu! sadece birlikte olmayı seviyoruz. ben uyanınca konuştuk filan. helva yedim. sonra satranç oynayalım dedik, zaten çok geçmeden de burcu geldi.

sonra... sonra biz satranç oynamaya devam ettik, burcu ile sohbet ettik. fonda güzel şarkılar çalıyordu. bazen heyecana kapılıp bağırabiliyoruz, belki de birileri sesimizden rahatsız oldu. görevliye haber verilmiş olmalı ki, ben tam mert'in satrançta açığını yakalamışken görevli geldi. ben istifimi bozmadım, genelde bozmam. burcu'ya "oda arkadaşının odada olup olmadığını" sordu. mert'i odaya gizlice soktuğumuz yolunda imalarda bulundu. oysa ki çocuk bloktan yürüyerek çıkacaktı zaten, kendisi de görecekti, bir gizlilik düşündüğümüz yoktu. neyse işte sevimsiz şeyler.

böyle şeylerle itham edilmek canımızı sıktı. tabii dediğim gibi, biraz da suçu kendimizde mi arasak diye düşündüm ama, mantıklı değil bu. bizim ses yapmamızsa sorun, bizimle konuşulmalı bu. bize denmeli ki, "ya sessizce oturun, ya da bu çocuk bloğa gelmesin, diğer insanları rahatsız ediyorsunuz." yok eğer sorun mert'in sıklıkla odamıza gelmesiydiyse -zaten kendileri de biliyorlar da ortada kötü bi' şey olmadığını, neyse- bize deselerdi ki "arada bir olur ama abartmayın." tabii aynı şekilde birileri bizi şikâyet ettiyse o da bir tuhaf. ben olsam kesinlikle gider, bu yönde bir uyarıda bulunurdum. "rahatsız oluyoruz, devam ederseniz şikayet etmek zorunda kalacağım" derdim. biz sorunun ne olduğunu, böyle bir kuralın neden getirildiğini bir türlü anlamıyoruz. bir ara, okuldan fırsat bulabilirsek esas görevliyle konuşmayı düşünüyoruz işin aslını öğrenmek için.

kimseye dokunduğumuz yoktu yahu, satranç oynuyorduk!



tembelliğin ve beceriksizliğin övüldüğü bir dünyada yaşıyoruz. bunu bu gün derste bi' kez daha gördük. üç öğrenci düşünün, biri özensiz bir sunum hazırlamış. sunumunda büyük ve küçük harflerin kullanımına, özel isimlerin yazımına dahi dikkat etmemiş. ama hocaya gayretli görünmek için bi' iki basit şey eklemiş sunuma. ikinci öğrenci de işine özen göstermiş, olması gerektiği gibi bir sunum hazırlamış. her şeyi sunumuna yazmamış, sunumunu ezberlememiş. hazırladığı konuyu öğrenmeye çalışmış ve bize bunu aktarmaya çalışmış. üçüncü öğrenci de rezalet zaten. sunumuna ne özen göstermiş ne de doğru dürüst bir emekten bahsedilebiliyor. hoca ilk öğrenciye tam puan verdi, göz boyayan öğrenciye. içi boş olup da doluymuş gibi görünene. mütevazi fakat yeterli sunum yapan, işini ciddiye alan ikinci öğrenciye ondan bir iki puan daha azını verdi. son öğrenciye ise bundan bir iki puan azını... hani kimsenin notunda gözüm yoktu da, ikinci öğrenciye yapılan haksızlığa üzüldüm ben.

baya ergen yazısı oluyor bu herhalde ama boşverin. ben ölene dek ergen kalacağım zaten...

size tavşancık ile domuzu anlatacaktım sanırım. onu anlatayım da yatayım.

zamanın birinde bir domuz varmış. şişman ve kendisiyle sorunları olan bir domuzmuş. galiba ailesiyle de sorunları varmış. domuz kendisini o kadar sevmiyormuş ki, kendisi olmayı bırakmaya karar vermiş. nasıl olmuş bilinmiyor ama, domuz bir şekilde sahte bir kimliğe bürünmüş ve etrafındakilere onu sunmaya başlamış.

bu yeni kimliği domuza bir sürü arkadaş kazandırmış. eğlenceli ve kendisiyle barışık görünüyormuş, insanlar onunla olmaktan keyif alıyormuş. domuz hem başkalarına hem kendine gülebiliyor gibiymiş ama herhalde işin aslı öyle değilmiş. domuz tüm gün rol yapıyormuş. bu onu öyle yoruyormuş ki geceleri bir başına ağlıyormuş. ama domuz başka bir yol olduğunu düşünmemiş, kendisini değiştirmeyi aklından bile geçirmemiş. kendisine baktığında gördüklerinden hiç hoşlanmamış, böyle olunca kendisini düzeltmek yerine, gördüklerini kapatmayı seçmiş, bu ona sürekli bir acı verse de.

mutsuz olanlar, kendisiyle barışık olmayanlar nasıl olur bilirsiniz, hele dürüst olmayanlar. sizi sömürmeye hevesli olurlar, sizden onay isterler, sevginizi isterler, değerli olduklarına inanmak için başkalarının onayına ihtiyaçları vardır çünkü. hayır, değerli olduklarına inanmak için değil, "kötü ve çirkin olmadıkları konusunda kendilerini kandırmaya devam edebilmeleri" için. böylece domuz kendisine bir çevre oluşturmaya başlamış, kendisini onaylayacak olanları etrafında toplamış.

domuz tavşanla tanışmış bi' gün. tavşan hayat doluymuş. ama çok narinmiş, çok kırılganmış. geçmişte de biraz hırpalanmış, korkuyormuş yine incinmekten. bir de aşırı gelişmiş bir merhamet duygusu varmış, herhalde geçmişte hırpalandığından. domuzun tam aradığı gibi biriymiş.

domuz önce şirin görünmüş ona. kendisinden bahsetmeye başlamış. domuz onun zayıflıklarını hemen görmüş, kendisinden bahsetmiş. yaşantısının zorluğunu anlatmış. sonunda tavşanı kendine bağlamış. saf ve gerçek bir sevgiyle değil, acıma duygusuyla. tavşan ona acımış, tavşan onu yalnız bırakmayı galiba kendine yakıştıramamaya başlamış. belki de -bundan emin değiliz- tavşan hayatta herkesin ittirdiği domuzda geçmişini görmüş ve ona bunu hiç değilse kendisi yapmamaya karar vermiş.

domuz? domuz gördüğü sürekli onayla tatmin olmamış. domuz daha fazlasını isteyen biri miymiş, derdi neymiş bilmiyoruz, sanıyoruz ki başka türlü yaşamayı bilmiyormuş. tavşan üzerinde hakimiyet kurmaya başlamış. tavşanı yapmak istemediği şeylere zorlamış. tavşan adına konuşmaya, onun adına cevap vermeye başlamış, tavşan adına düşünmeye başlamış. tavşan zayıfmış, bocalamış ve ne yapacağını bilememiş. ona yardım edecek birileri varmış ama, sanıyoruz tavşan mücadele etmeye cesaret edememiş. tavşan git gide mutsuzlaşmış, ortada ölü gibi dolaşmaya başlamış. bir şeylerin yanlış olduğunu biliyor ve görüyormuş. domuzdan kopmak istiyormuş ama ona acıyormuş, hem sanıyoruz ondan korkuyormuş da. bir türlü domuza karşı kararlı bir reddedişi seçememiş.

bu masal tamamlanmış değil. domuzla tavşanı izliyoruz, tavşan için elimizden bir şey gelir mi bilmiyoruz. karar veremiyoruz. ama onları izliyoruz. tavşan silkinip domuzu başından atamazsa onun için ölüm görüyoruz, ruhundan ve yaşantısından ödün veren birinin yaşayamayacağını ve mutlu da olamayacığını düşünüyoruz. tavşana ne olacak? pek çok insanda gördüğümüz sahte gülücüğü takınıp domuzu kabullenecek mi? yavaş yavaş ölmeyi mi seçecek? ve biz de onun nasıl söndüğünü mü izleyeceğiz? yoksa tavşan için bir kurtuluş var mı? peki domuz? çoktan kaybettiğimiz ve kızdığımız, sevmediğimiz domuza aslında acımalı mıyız? bir ruh emiciye acır mıydınız?

4 yorum:

  1. aslında yanlış söledim ya.
    yazılarını hemen okuyom.
    toplistbloggers'dan giriyom.
    yoruma sona geliyom.
    :)

    YanıtlaSil
  2. mertle burcuyu ben de seviyom artık.
    bu yurt işleri böle işte.
    belki seneye ev tutarsınız birlikte olabilir ya.

    hikaye iyi evet.
    böle durumlar çok oluyo.
    bunu sen yazdın di mi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mert'le Burcu çok iyiler evet.
      Ama Mert kızdırdı bu gün beni -.- Bacağına tekme attım, bi' tane daha atmak istiyorum -.-

      Hikayeyi evet ben yazdım :)

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;