16 Mayıs 2014 Cuma

Benlik ~ Oruç Aruoba

Kapak Tasarımı: Semih Sökmen
Yayın Yılı: 4. Basım / Mayıs 2014
Yayınevi: Metis 
Sayfa Sayısı: 152

-okurken bunu dinledim-
  • Yani, aslında, hep bütün bir yaşamın ağırlığıyla söylenir, "Buradayım" sözü. (sf.22)
  • "Buradayım" önermesi bu bilinç içeriğinin dilegetirilişidir. Bu önerme, o 'yer'i gösterir; o içerik de, o kişinin 'kendi'sidir. (sf.25)
  • Her yaşam, belli bir anda belli bir yerde bulunmalardan oluşur. (sf.26)
  • İşte, 'anı', 'bura'nın karşıtıdır: yalnızca 'sonra'sı değil -'ora'dan geçip 'bura'ya gelinmenin 'iz'i falan değil: şimdiki 'bura'nın o zamanki 'bura'yı örtmesi, kapatması, silmesidir. Anı, artık burada olmayan bir ânın içeriğidir -yani burada olmayanın buradalık içinde belirişidir. (sf.30)
  • Belki de önemli olan, eninde sonunda, bir saydam anlama ulaşmak değil -çünkü, belki yoktur zaten böyle ulaşılabilir bir anlam-; bir anlama yolunu sorgulayarak yürüyebilmiş olmak... (sf.42)
  • Hep, sanki, yoğun bir yaşam istiyor gibiyken, aynı zamanda, sanki, hemen, hızlı bir ölüm istiyor-
    -ikisini de birarada, birlikte, içiçe... (sf.53)
  • Bu durumların, herhalde, benim kişisel konumlarımla ilgisi olduğu kadar, içinde yaşadığım(ı sandığım) toplumla, çağla, dünyayla da ilgisi olmalı- hiçbir yerinde, hiçbir yer bulamıyorsam, bu toplumda da, bu çağda da, bu dünyada da-

    -Sırf şu yüzden: Bu kocaman anlamsız karmaşa içinde- modernlik denen bu umarsız saçmalığın içine atılmış; "fırlatılmış"ken-, 'dış dünya' bir yana, daha kendi kendisiyle bile - ancak arada bir- uyum içinde olabildiğinde, gene de kendine aykırı düşüyor, kendi kendini çeliyor, kendinden acı çekiyorsa, kişi- daha ne olsundu ki!?... (sf.56 / 57)
  • Çok acı çekiyor olmalı- kendi yerinde bu denli aykırı, yaşadığı dünyaya bu denli yabancı olmakla...

    Ama bazen de, sanki, bu acıları istiyor- onaylıyor, onlardan hoşlanıyor, hatta onları arzuluyor- gibi geliyor bana.

    Birincisi, onlardan kurtulmak için hiçbir şey yapmıyor; elinden (elimden) gelebileceği halde, hiç gidermeğe çalışmıyor onları- bırakıyor, olsunlar, oluşsunlar, olgunlaşsınlar... (Ben de, o gecelerin ikincisinde, yere oturup, sırtımı duvara dayayıp, loş ışıkta, saatlerce- neredeyse sabaha dek- öyle oturmuştum: zonklayan beynimle, takırdayan kalbimle-

    Hiç sesini çıkarmamıştı: onaylar gibi, sessizce durmuştu benimle birlikte- o denli acı çekiyor olmasaydım, o saatlerin dinginlik- hatta, sevinç; evet,: 'mutluluk' - saatleri olduğunu düşünebilirdim...

    Birincisi ise çok farklıydı- acısı da sevinci de. Hiç bu kadar yakınlaşmamıştı hüzün ile neşe birbirine...)

    İkincisi, sanki destekliyor, hatta körüklüyor acıları- sanki, o eski bilgelik öğretisine uyuyor: bedelini acıyla ödemediği sevinç, değersizdir, diyen. (sf.58)
  • Onu kendim yarattığıma göre, onunla başetmenin yolunu da gene kendim bulmalıyım- çünkü başetmek zorundayım onunla: hep aleste, pundunu bekliyor, beni tam olarak ele geçirerek sürükleyip götürebilmenin- nereye- Deniz'e ve Ay'a, tabiî ki!...

    Oysa, o benden hoşlanmıyor ama, ben onu seviyorum bile galiba. Belki benim de içimde (başka) biryerlerde hafif hafif kıpırdanıyor sürüklenip götürülmek arzusu- belki benim de bunu özlememdir, onu o kadar güçlü kılan; zorlukla direnebildiğim kadar güçlü... (sf.79)
  • Ya ben?... -Ben, gerçekleşmemiş düşlerimin gerçekliğini yaşıyorum- hatta yaşatıyorum- bile; ama o, saf haliyle tuttuğu ve saf haliyle gerçekleşmesini beklediği o hayal-ülküler -ki bunlar, onun için hiç de 'düş' değil: temel ve biricik gerçekliği...-, benim dünyamda; benim 'gerçekliğim' içinde, yapayalnız, yabancılaşmış kaldıkça, beni suçlu buluyor; kıskacını takırdatıyor...
    Başka ne yapsındı ki?...
    -Onu aldattım... (sf.85)
  • Oysa, ulaşabilseydim, onun kovuğunda ne büyük bir hazine bulabilirdim: Yaşamımın bütün ülküleri, hayalleri, düşleri- değerleri-; (amaçlarım, ereklerim, hedeflerim), tertipli, düzenli, anlamlı bütünlükler içinde, orada- pırıl pırıl, hiç eskimeyen, yıpranmayan, geçip gitmeyen bengilikleri içinde...
    -Kırk Haramilerin Mağarası'ndaki hazine gibi...
    Artık çok geç: oraya giremem; girebilseydim bile, diyemezdim, söyleyemezdim onu
    -zaten, bilmiyorum, işte... (sf.88)
  • Yalnız olmayı öğrenmeliyim- aslında öyleyim; ama, bunu bir bilinç içeriği olarak edinip, bir eylem biçimi olarak uygulamalıyım.

    Onunla aykırı düştüğüm noktalar, özgürlüğün gereklerini gerçekleştiremediğim noktalar olduğuna göre, onun benim üzerimdeki belirleyiciliği, benim özgür olmamı gerektiren- onun benim özgür olmamı istediği, o yolda iletide bulunduğu- belirlemeler:-

    Benim üzerimde egemen olmasının yönelimi, benim özgürlüğüm: ben özgür olayım diye bana egemen olmağa çalışıyor- ama, işte, ben özgür olamıyorum; yani o bana egemen olamıyor- dolayısıyla, ben ona egemen olmalıyım ki, özgür olabileyim... (sf.90 / 91)
  • Gerçeklere takılıp kala kala, ülkülerimi gözardı ettim -onlara gerçeklikli olamadım; çünkü bu, gerçeklerin dışına çıkabilmeyi de gerektiriyordu- düşlerimi de yaşamımda etkin kılmayı... Oysa ben, gerçek ("dürüst", "doğru","doğruluklu") olacağım diye, gerçeklikli olma olanağımı -yani, asıl gerçekliğimi; ülkülerimde, hatta düşlerimde, hayallerimde bulunan anlamı, savsakladım. (sf.92)
  • Oysa, düşlerimi gerçekten gerçekleştirmeye cesaretim olsaydı, beklemektense, işe girişip, en azından, başarısız da olsam, gerçek -ve evet, hakedilmiş- bir yıkıma ulaşabilirdim; ya da, korkaklığımı açıkça kabullenerek, gerçeklere boyun eğip, düşlerimi bir kenara atabilir; o zaman da, gene hakedilmiş bir lanetlenmeyi -gerşekten- yaşayabilir; sonunda da pısırık ve sessiz bir ölüm bulabilirdim.

    İkisini de yapmadım- (sf.94)
  • Ama, eyleme geçmeyen, salt 'ülkü' olarak 'korunan' özgürlük, özgürlük müdür? -Galiba: hiçbir zaman ulaşılamasa da, bir ülkü olarak; yani, sürekli gerçekleştirilmeğe çalışılan- hiç vazgeçilmeyen, hiç gözardı edilmeyen- olarak tutulabilirse, gerçekleştirilemese bile, gerçeklenebilir -mi?- gerçekliğe giremese -hep orada, ileride, ulaşılmamış ve ulaşılamayacağı bilinen noktada olsa- bile, bu yolla sürekli yaşamın içinde tutulur
    -korunur; anlamını verir... (sf.98)
  • Çünkü istenenleri yapabilmek değildir temelde, özgürlük -yalnızca yapabileceklerini istemek hernekadar tutsaklık olsa da... Daha çok, yapabilip yapabileceğini bilmeden, istemek; sonucunu bilmeden de, yapmaya girişmektir -tabiî ki, böyle bir girişim, çoğunlukla, 'başarısız' olacaktır; ya da, en azından, beklenen belirgin bir sonuç olmadığına göre, hiç beklenmedik bir biçimde sonuçlanacaktır. -Ama, işte, tam da özgür olmasını sağlayan özellik değil midir bu?... (sf.100)
  • Belki önemli olan, kavramlara boşverip, eylemlere bakmak -düşünülecek birşey değildir özgürlük; yapılacak bir şeydir (sf.119)

2 yorum:

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;