5 Ekim 2014 Pazar


ne kadar oldu uzaya gitmeyeli? gözlerimi kapatıyorum ve karanlık, oksijensiz ortamda süzülüyorum. üzerimde annemin diktiği elbise, beyaz külotlu çorabım, kırmızı ayakkabılarım...

nohut'tan ayrıldığımdan beri gelmedim sanki buraya. hep şöyle düşünmüştüm; onunla olan ilişkim bittiğinde, gidecek bir evim de olmayacak. bahçede beslediğim bir benjamin olmayacak... ama burası bana aitmiş, tamamen. çünkü ben inşa etmişim bunları, ben ayakta tutmuşum. hiçbir şey hissetmiyorum. buraya geldiğimde nohut'un eksikliğini duymuyorum. artık öfkeli bile değilim diyeceğim neredeyse.

ıslak çimler üzerinde dolaşıyorum, harikalar diyarındaki alice gibiyim şimdi... herkes acı çekiyor. doğru söylemişti, artık herkes acı çekiyor, acı çekmeyi marifet sana sana acı çekiyor... acı çekmiyorum ben.

seneler önce duyduğum yalnızlığı yeniden duymaya başladım. mert'i terk ettim, ya da o beni terk etti. herkes yanımda, ama herkes çok uzak. bu kez, yalnızlıktan ölecek gibi değilim. bu kez yalnızlık canımı ciğerlerime mızrak saplanmış gibi acıtmıyor. acı çekmiyorum.

her şeyi zora sokan bu acı çekmeyiş aslında. insan büyük acılar çekmeyince çöküşlerinin anlamı da olmuyor.

dut ağacına doğru yürüyorum...
salıncağa oturuyorum, başımı kaldırıp göğe bakıyorum, yapraklar arasından ne kadarı görünüyorsa.
serin, üşüyorum.

hayatta en korktuğum şeyin kalbimin kırılması olduğunu düşünüyorum. bu kadar kabuğunda kalmış, bu kadar korunaklı olmamak gerek diye düşünüyorum. kendimi, bana zarar vermesi muhtemel, bana zarar vermesinden hep korktuğum sokaklara fırlatmak istiyorum. bana zarar vereceği kesin olan adama da gidebilirim, diyorum. sonuçta, bana kendimden daha fazla zarar verecek kimse yok, biliyorum.

geçen gece ağlarken ve titrerken ve aynı zamanda gülerken cansu'yu teselli eden bendim. güçlü olmak mı bu bilmiyorum. sanmıyorum. neden ağlıyordum? neden titriyordum? bir cinayet sarsıntısıydı bu aslında. bir cinayeti gerçekleştirmekten korkmak, gerçekleştirememiş olmak, bunun anısına küçük bir çizik atmak... duvara... deftere... her neresiyse...

acı çekmiyorum.

neşeliyim, gülüyorum.
yalnızım ve yalnızlık nedeniyle acı çekmiyorum.
bazen kötüyüm, bazen içim sıkılıyor. biraz sıkıntılıyım ama acı çekmiyorum...

çünkü daha kötüsünü de atlatmıştım.
acıdan nefes alamadığım olmuştu, bana bu denli acı veren şey de esasında küçük bir kıymıktı, biliyorum. çünkü çok hassasım, çünkü gereğinden fazla korundum.
neyse ne diyordum...

acıdan nefes alamadığım olmuştu. sanki parça parça olacaktım, sanki bir daha toparlanamayacaktım. ama toparlanıyorsun işte. toparlanmıştım.

dağılmanın çok yakınında durduğunda bile serinkanlılığını koruyabilir insan. gülümsüyorum, hava çok güzel. huzurluyum.
hayır, ben kesinlikle, acı çekmiyorum.

çünkü acı çekmek böyle olur, böyle değil...

4 yorum:

  1. insan hayatla arasına ne bi' duvar ne de bi' kabuk koymalı. kendimden biliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok doğru. o duvarları, kabukları kırmaya çalışıyorum ben de.

      Sil
  2. ayyyyy işte hayat bu işteeee :) çok iyi bi fransız filmine döndü iyice hayatın :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ucuz romantik komedi gibi geliyo bana daha çok ama neyse :D

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;