17 Mayıs 2015 Pazar

çok pis nostalji yaptım ve sizi de buna alet edeceğim!

İnsan hayattan keyif almayı bırakınca her şeyden elini eteğini çekiyor, en basit, yapılması en kolay şeylerden bile. Hiçbir şey için enerji bulamıyor. (Baştan uyarıyorum, bu uzun bir yazı olacak.) Kalkıp kıyafetlerini toplamak, bluzunu ütülemek, iki satır yazı yazmak bile imkansızlaşıveriyor.

Ben hayatımın en durgun dönemini geçirdim sanırım bu yıl. Mektuplaştığım insanlara iki satır yazamadım, çok keyif aldığım bir şeydi şu postcrossing olayı, ondan da elimi eteğimi çektim. Çalıkuşu'ma bile iki satır yazamadım, mail atamadım. Ama kimseleri unutmadım, hepsi hep aklımdaydı, aklımda kaldı.

Şöyle bir defterim var, lisedeyken almış, bir süre ne yapacağımı bilememiştim. Sonra içini anılarla doldurmaya karar vermiştim. Ve böylece alış veriş fişlerini, sinema-tiyatro biletlerini, her türlü ıvır zıvırı yapıştırmaya başladım deftere. Ama son bir senedir, neredeyse hiçbir şey yapışmamış o deftere. En son, elimde kalan üç beş bileti yapıştırdım, az önce. Sayfaları karıştırdım, anılar hücum etti beynime. Artık her şeyi anlatmaya hazırım galiba, bir şeylerle yüzleşmeye.
Deftere yapıştırdığım ilk şey Çin'den gelen koca bir zarfın içinden çıkanlardı. Postcrossing mevzusuydu, üniversiteye başlamamıştım fakat başlamama ramak kalmıştı. Adana'daydım, bana koca bir zarf geldi, Çin'den.

Şaşırdım zira ben minik bir kart bekliyordum, dünyanın herhangi bir yerinden. Gönderen kişi Tang'di. Kimse artık. İnci gibi bir yazı, heyecanla açtım zarfı. İnanılmaz tatlı bir kart çıktı içinden, bir tane de daha küçük zarf. Tang biriktirdiği posta pullarını göndermiş bana. Hepsini görüyorsunuz, soldaki sayfaya özene bezene, her birini beşbin saat inceleyerek yapıştırmıştım. Çok şaşırdığımı, çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Benim için hâlâ çok büyük bir şey bu, çok düşünceli bir hareket. Dünyanın bir ucunda, tanımadığınız bilmediğiniz bir kız için böyle bir zarf hazırlıyorsunuz, biriktirdiğiniz posta pullarınızı gönderiyorsunuz gözünüzü kırpmadan. Dünyayı büken bir başka hadise bu işte, dünyayı ışıldatan, aydınlatan...

Yan sayfa da başka bir kartpostal macerası. Summer'la tanışmamız... Nasıl olmuştu hatırlamıyorum ama birbirimize kart göndermeye karar vermiştik. Summer'ın gönderdiği zarfın içinden  üzeride Van Gogh'un resimlerinden biri olan bir kart, bir sürü kesilmiş karikatür, bu notlar ve portakallı çay çıkmıştı. Bu da dünyayı daha aydınlık kılıyordu mesela...

Bu konser hadisesini zaten detaylı bir şekilde anlatmıştım, çok uzatmamaya çalışacağım ama ne kadar başarılı olacağım bilmiyorum.

Hayatımın en güzel anısıydı belki de. Placebo'nun Türkiye'ye konser vermeye geleceğini öğrenir öğrenmez Ebru'yu aradım. Ebru daha sonra o telefon konuşmasını anneme şöyle anlattı: "Cessie beni aradı akşamın bir vakti Zuhal Teyze, allahım sesi o kadar tuhaf geliyordu ki, birine bir şey oldu diye aklım çıktı! Meğer Placebo geliyor diye heyecanlanmış." 

Hemen ailelere haber verdik, kesinlikle izin alamadık ve kelimenin tam anlamıyla yıkıldım. Ne olursa olsun kaçıp konsere gitmeyi düşündüm ama Ebru'yu arkamda bırakamayacağıma karar verdim, derin bir umutsuzluğa düştüm. Ebru'ysa başından beri "Ne olursa olsun gideceğiz Cessie!" diyip duruyordu, ne yaptı etti ayarladı da. Gittik konsere.

Ebru'nun dayısında kaldık, gece dayısıyla yengesinin odasında yattık ikimiz. O
geceleri ağlayarak ve müzik dinleyerek geçirdik çünkü hayatımızda birer öküz vardı, şimdi ikisini de nefretle anıyoruz, galiba dişlerimiz döküldüğünde bile öyle anmaya devam edeceğiz.

Oraya kadar gitmişken Nohut'u da görmüştüm. İpin bayağı bayağı inceldiği bir dönemdi. Bakın yine nefretle yazıyorum, ertesi gün buluşacağız, ilk kez birbirimizi yüz yüze göreceğiz herif olay çıkarmıştı. Zehir etmişti o günü bana. Neyse, bunlarla yazımı daha fazla kirletmeyeceğim.

Ne fotoğraf ne video çektik, sadece anın tadını çıkardık. Dondum kaldım ben, yalnızca şarkılara eşlik ettim. Elimizde de yalnızca defterime yapıştırdığım biletlerle şu fotoğraf kaldı, hafızamızda ise hiç unutmayacağımız bir macera hehe.

Bu fiş, ikinci sınıfa başladığım döneme ait. Burcu'yla aynı odaya çıkmıştık, çok iyi anlaşıyorduk. İkimiz de sabah gelmiştik, pılımızı pırtımızı yerleştirmiştik, birkaç ufak tefek işi halletmiştik ve eksiklerimizi tamamlamak için alış verişe gitmiştik. Yeni bir dönemdi, her şey çok aydınlıktı, biz çok heyecanlıydık. En azından ben öyleydim, pırıl pırıldı her şey sanki. Çok güneşliydi. Hiçbir şey o kadar güzel devam etmiyor. O günden bu yana Burcu'yla çok şey yaşadık, ilişkimiz okkalı darbeler aldı. Bir kısmına ben neden oldum, bir kısmına o neden oldu. Zaten bu tür durumlarda suç asla tek tarafa yıkılamaz bence, ikimizin de payı vardı. Ne olursa olsun ilerliyoruz. Burcu'yu bilmiyorum ama ben dayanamıyorum, yardım istediğinde hep buralardayım.- Burcu'yu bilmiyorum çünkü ben ondan yardım istemiyorum, isteyemem.- Herhalde ne zaman olsa da yanında olurum, herkesin olurum, böyleyim ben de işte.

Bu da bir dönemin kapanışıydı galiba. Bana her şey Bülent Hoca'dan sonra tepetaklak oldu gibi geliyor. Bir kitap önerdi (Hayatın Kaynağı) ve o kitap da bizim küçük dünyamızı haddinden fazla eğip büktü. O kitaptan sonra hepimiz değiştik, hepimiz birbirimizi etkiledik ve hayatımıza farklı insanlar olarak devam ettik. Abartmıyorum.

Bu, bayram tatilinden (yanlış hatırlamıyorsam) döndüğümüz gün. O gün Mert beni ilk kez öptü ve ilişkimiz de başlamış oldu. Sonrası hem çok güzel hem çok dalgalı hem de çok zordu. Herkesin kafası karmakarışıktı, hayatımızla ilgili yeni kararlar alma arefesindeydik ve o dönemde bu kararların çok çok büyük kararlar olduğunu sanıyorduk. Öyle miydi? Bir anlamda, evet.

Bu kartı, bir buluşmamızda Mina verdi bana. Kartla birlikte minik bir yastık vermişti, köpek şeklinde. Kudi koymuştuk adını. Bir de kendi kazağını getirmişti bana. Kazova şeysi, kazağı. En sevdiğim kazak da o galiba, kocaman bir şey, zaten şişmanım, daha şişman görünüyorum eminim. Ama üzerimdeyken kendimi çok güzel hissediyorum, hiç önemli olmuyor bu yüzden yağlar ve simitler.

Bir de bu var, Mina'dan yine. Adana'dayken elime geçmişti, çok okumak istediğim bir kitabı göndermişti, içinde The Veils albümlerinin olduğu bir cd ile birlikte. Hayatıma The Veils'i soktuğu için ayrıca minnettarım zaten. Kitap hâlâ bende, hâlâ okumadım, çok utanıyorum. Münasip bir zamanda iade edeyim bari Mina? Ne dersin?

Durup düşününce, blog sayesinde çok güzel insanlar tanıdım. Hepsi de hayatımı etkiledi. Bazen buradaki bazı insanları ailem gibi hissediyorum, kendimi de buraların problemli kızı gibi. Derdimi dinlediler, ufkumu açtılar, teker teker isimlerini saymayacağım.

Bu iki bilet, benim için çok önemli. Gerçekten. Nohut'la birlikteydik o zaman. Aynı gece, sevimsiz bir telefon konuşması yaptık. Ne olduğunu bile hatırlamadığım, incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenden, büyük bir tartışma patlak verdi, Nohut "Bitti." dedi ve suratıma kapadı telefonu. Ben de delirdim. Mert'e mesaj attım, kendimi de stada attım. Ağlayamadım bile, ne hissettiğimi de tarif etmem mümkün değil. Burcu'da benimleydi tabii ki. İkisiyle konuştum, ne konuştum onu da bilmiyorum ve "Ben İstanbul'a gidiyorum!" dedim. Odama bile uğramadım. Yanımda telefonum var, şarj aletim yok. ipodumu bile almamışım düşünün, kitabım bile yok. Taksiye atladığım gibi AŞTİ'ye gittim, ilk otobüsle de İstanbul'a. "Gelmeye kalkışırsan ailene haber veririm." demişti, binmiştim bir alamete ama nereye gidiyordum onu bilmiyordum. "Ya bana kapıyı bile açmazsa? Annemi ararsa biterim!" düşünceleriyle kıvrana kıvrana gittim. Elimde adresi de yoktu. Ebru buldu adresi. Korkunç bir yolculuktu ama benim ilk kez, gerçek anlamda "Sikerim herkesi, bu benim hayatım." diyişimdi. Bu yüzden önemliydi, önemli. Ha değer miydi? Nohut'a değmezdi, ama bunu söyleyebiliyor olduğumu görmek adına önemliydi.

Bu da ilk sigaram. Hayatım boyunca sigaraya karşı oldum, ama hayatım boyunca da her boku denemenin iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Bu yüzden, bundan da kusur kalamazdım. Bir gün "Ben sigara istiyorum!" diye tutturdum. Ege'den aldık bir tane, oturdum içtim. Gördüğünüz gibi yarısını içebildim ahah. Bir daha sigara içeceğime %3 ihtimal vermişim ama o benim ilk ve son sigaram olmadı, tahmin edebileceğiniz gibi. Bağımlı değilim, belki bu kadar üşengeç olmasam, olurdum. Ama kışın göt donduran soğuğunda yurt kapılarında titremek hiç bana göre değil ahah. Bu yüzden sadece arkadaşlarımla bir yerlerde bira mira içerken kullanıyorum. Sebeplerini anlatmak da tartışmak da uzun sürer, zaten konuşmaya da hiç hazır değilim.

Bu iki sayfa hakkında da ayrı ayrı ve uzun uzun yazmıştım. Oy kullanmak için Ankara'dan Adana'ya gideceğime asla ihtimal vermezdim. Ailem de vermezdi, annem, babam, kuzenlerim, herkes çok şaşırdı. "Ben de çok şaşkınım arkadaşlar" dedim. Arkadaşlarımın, hocalarımın bazıları sandık başında görevliydi. Herkes biliyor zaten, sinirlerimizi harap eden bir seçim oldu. Çalınan sandıklar, yerlere saçılan oylar, trafolara giren kediler. Aman ne diyeyim ki? Yine de hepimiz kalktık, kendi çapımızda bir şeyler yapmaya çalıştık, çırpındık. Bunu görmek önemliydi, güzeldi de. Cansever'in de dediği gibi, "ne gelir elimizden insan olmaktan başka"?

Bu olaydan da bahsetmiştim biraz. Benim kalbim çok kırıktı, onun kalbi çok kırıktı. Can acıtan bir oyunu ağzımı kapatamayarak ve Görkem'in omzuna yaslanarak izledim.

Lisedeyken de yakındık Görkem'le. "Başım ağrıyor, başım ağrıyor" diye sızlanarak koluna yatardım. Kavga ederdik, barışırdık, kavga ederdik. Bana hep lise arkadaşlıkları çok başka olur dediler liseye başlayacağım dönem. Bunu söyleyenlerin çoğu da kopmuştu lisedeki arkadaşlarından. Biz kopmadık şimdilik, bir kısmıyla fırsat buldukça bir saat iki saat de olsa görüşüyoruz. Dün buluştuk mesela üç beş kız. İyi geldi, Görkem de iyi geliyor hep. Şaşırarak büyüdüğünü fark ediyorum, duygulanıyorum. Bir yandan çok da anacım herhalde.

Bu son. Yazıya başlarken her konuda konuşabilirim, artık anlatabilirim sanıyordum ama, bu konuyu konuşmaya da hiç hazır değilmişim aslında.

Hayatımın en keyifli yolculuklarından biriydi, çok inişli çıkışlı, çok dengesiz olsa da. Müzik dinledim, yine neyle karşılaşacağımı, nereye gittiğimi bilmiyordum. Yapılması gereken bir şeyi yapıyordum, gergin değildim. Heyecanlıydım, mutluydum. "Neresinden bakarsan bak bir macera bu!" diye düşünüyordum, zaten uzaktan bakınca her şey macera benim için.

Size anlatacaktım bu yolculuğu da detaylarıyla güya ama anlatamadım. Şimdi de anlatabilecek değilmişim dediğim gibi. Belki bir başka nostalji anında, belki de ortada fol ve yumurta yokken... Ama bu akşam değil, kesinlikle değil.

Piktobet bir hediye göndermişti bana. Yandaki kitap, paketten çıkanlardan biriydi. Hiç sormadım ama, kitabı elime aldığım andan beri, neden benim için bu kitabı seçtiğini merak ediyorum. Kitap manik bir doktorun yaşamını anlatıyor. Kendi deliliğini böyle açık yüreklilikle anlatması takdir edilesi. Ben olsam bunu anlatmak şurada dursun, bununla barışamazdım, kabullenemezdim bile galiba.

Uğur Bey'e gittiğim ilk gün, ona psikiyatri ile ilişkimin başlayışını anlattım. "Dikkat eksikliği teşhisi kondu bana ama ben size bu gün, bunun için gelmedim." dedim. "Neden geldin?" diye sordu, "Ölmek istiyorum çünkü." diye cevap verdim. O gün Uğur Bey bana duygusal iniş çıkışlarım olduğunu, bunların da kemikleşirse maniye varabileceğini söyledi. Sonraki görüşmelerimiz de kanısını güçlendirdi durdu. Kitap bu yüzden ayrıca önem arz etti benim için.

Mani baş etmesi zor bir hastalık. Çok dengesiz, çok ürkütücü buluyorum. Ben kitapta anlatılan ağır belirtilerin hiç birini göstermiyorum. Göstermek de istemem. Gerçeklikten kopuş, algının bu derece bozuluşu beni her zaman çok ürküttü, şimdi de ürkütüyor. Bazen çok boş ve saçma sapan gelse de, kitap tedavime devam etmem konusunda büyük bir itici güç oldu. Bazen de bıraksak da her şey düşeceği yere düşse diye düşünüyorum. Esin yalnızca depresyonda olduğuma inanıyor. Ailemin bu yeni teşhisten haberi yok. Mecit Abi'm biraz malumat sahibi.

Bu kadar uzun bir yazı yazışım bana göre yaşamaya tekrar başlamama ve niyetlenmeme bir işaret. Mert'e göre son günlerdeki gergin halim de öyle. Okuyamıyorum, bu yüzden bir şeyler izleyip duruyorum. Bazen kendimi biraz köşeye sıkışmış hissediyorum, okul konusunda, gelecekte ne yapacağım konusunda. Sonra "Yaşamın her türlüsü mümkün" diye düşünüyorum. Bu düşünce biraz rahatlatıyor beni. Ama sanırım artık iyiye gidiyorum.

Yarın sabah yola çıkıyoruz, Küre Dağları'na gideceğiz, doğal park varmış orada. Bir gece kalacağız, ertesi gün geri döneceğiz. Mert de geliyor. İkimiz de biraz keyifsiz gibiyiz ama ben otobüse biner binmez neşemin yerine geleceğini biliyorum! Bu gece ipodumda bir düzenleme yapacağım, yolculuğa hazır olmalıyım! Bir aksilik olmazsa da dönüşte size neler olduğunu anlatacağım ;)

Tüm bunları yazmak bana aşağıya iliştireceğim şarkıyı hatırlattı. Adana Twins bu ay içerisinde -gününü unuttum- Ankara'ya geliyormuş. Biz gidebilir miyiz hiç bilmiyorum ama siz bir bakın. Kızılay'da beş yüz milyon afiş gördük, Protecho da geliyormuş. Bir iki grup daha var fakat hatırlayamadım şimdi, peşine düşmeye de üşendim. Yaz geldi! İçimden gökkuşağı fışkırtacağım elimden gelse! *.* Neyse çok konuştum, gidiyorum gari.

12 yorum:

  1. Anı defteri güzel bir şey. Bende yapmaya kalkıştım ama tarihleri unutuyorum ve önemli olan şeyleri yapıştırmak sonradan aklıma geliyor. Bu yüzden aslında anı defterinde olması gereken her şey çantamın içinde sürünüyor. Aklımda bulunsun onları artık düzenlemem gerek.
    Yazılarını okumayı özlemişim ne zamandır buralarda göremiyordum seni. Yeni yazını bekliyor olacağım. Ve iyi yolculuklar :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de unutuyorum tarihleri o yüzden hemen o gün yapıştırmaya gayret ediyordum. Ama dediğim gibi bir süredir ben de salmıştım :)

      Nicedir ne doğru dürüst okuyorum ne de yazıyorum, ben de özlüyorum buraları.

      Sil
  2. Ben bunu seyahatlerim için yapıyorum ama bu sene için yapmaya kararlıydım.
    Olmadı :))
    Bol fotoğraflı bir Küre gezisi beklemekteyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok değilse de fotoğraflı videolu bir yazı gelecek :)

      Sil
  3. o ne güzel bir defterdir öyle.
    ve ne kadar güzel tarif etmişsin sen olan bitenleri. çok bi içlendim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de içlendim ya iyi geldi defteri karıştırmak :)

      Sil
  4. defter çok güzelmiş.Ben böyle şeyleri hiç beceremiyorum.Bıkıyorum ya da bazen saçma buluyorum.Başkalarınınkine bakmak keyifliymiş.Bir sürü pul en çok ona bayıldım !

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geri dönüp bakmak çok keyifli oluyor. Pullar çok güzel gerçekten. *.*

      Sil
  5. boş boş kutuda tutmak yerine ben de bir defter yapmalıyım böyle ya :(

    Çok tatlışlar o çayın paketi bile duruyor yerim ya *.* <3

    YanıtlaSil
  6. pleysbo konseri hatırladım. summer ile de vidonuz vardı.

    bak şimdi yaz geldi. unutursun ya bu kışı da. hadi geçti hepsiiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geçti valla. Dün de dünle gitti cancağzım hehe

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;