5 Mayıs 2015 Salı

konuyla alakası olmayan görsel
daha önemli mevzulardan bahsetmeye başlamadan evvel şunu söylemek istiyorum;bu satırları, kendisini elektrik süpürgesi sanan bir bilgisayar ile yazıyorum...

yine de soluk almak istiyor herkes
ve hiç kimse soluk alamıyor
ve çoğu insan
ilerde soluk alabileceğiz diyor
ve çoğu insan ölmüyor
çünkü onlar zaten ölü

hayatımı bazı şeyleri sorgulayarak geçiriyorum bu sıralar. mesela hadise'nin neden böyle şarkılar yaptığını sorguluyorum. mesela insanların bazı şeyleri izlerken neden aptallaştığını sorguluyorum. hayır insanların aptalca şeyler izlerken neden aptallaştıklarını sorguluyorum. akıllı bir adamın neden kendisini bir zırvalık halkası içine tıktığını ve oradan çıkmayı reddettiğini sorguluyorum. yani üzerime vazife olmayan, işime de hiç yaramayacak bir sürü şeyi sorguluyorum.

kafam çok dağınık, bir paragraf yazmak için sekiz saat düşünüyorum. halbuki aklımda bir sürü şey vardı, sanki düşünmeme gerek yoktu ama uçup gitti hepsi. hayatımı ne yapacağım konusunda en ufak fikrim yok. bu konuda caner en büyük tesellim, görürsem kendisine de söyleyeyim bunu. yeniden okul mu okusam diye düşünüyorum. kafam çok karışık.

atıl hoca'yı aramam gerek bence. ama onunla yüzleşmeye korkuyorum. yine depresyona girdim, eskiden bu kadar ağır geçmiyordu bu dönemler. şimdi hiç öyle değil. uyumaktan başka bir şey düşünemiyorum depresyonda olunca, hatta uyumayı bile düşünemiyorum, yalnızca uyuyorum. o kadar. ve uyanamıyorum, gözümü açamıyorum, yataktan kalkıp okula gidemiyorum.

hah bakın anlatmak istediğim şeylerden birini hatırladım. saçımı kestirdim biraz, süpürge gibi olmuştu. gitmişken boyattım bir de. bilirsiniz kadın kuaförleri gevezedir. bilirsiniz dişilerle kuaförler sohbet ederler. "depresyonun eşiğindeyim ve her sağlıklı kadın gibi, hiçbir şey düşünmeden kuaföre attım kendimi. şöyle yapıyoruz, ben saçma sapan bir şeye karar verirsem, bana engel oluyorsunuz. mesela saçımın yarısını kazımak falan yok." gibi bir giriş yaptım. "ne oldu sevgilinden mi ayrıldın?" sorusuna "e-ee- evet. evet öyle şeyler" gibi bir cevap verdim. şimdi ben adama var oluş sorunlarımdan, annemle olan sorunlarımdan, kendimle olan sorunlarımdan, dünyayla aramdaki husumetten bahsetsem anlayacak mı? anlamayacak."neden ayrıldınız?" dedi. "e ilgilenmiyordu, anlaşamıyorduk. biz de artık yeter dedik." dedim. sohbetimiz bundan sonra tek taraflı yürüdü, monologa dönüştü konuşma. başladı akıl vermeye... bir işe girişmeden önce enine boyuna düşünecekmişim, her anlamda kafama yatıyorsa evet diyecekmişim yoksa olmazmış. kendisi çok katıymış, çocukluktan bu yana yakın olduğu kardeşim dediği adamı bir kalemde silivermiş dönüp arkasına bakmamış. "e zor olmuştur, üzülmedin mi?" dedim. "ne zor olacak, o üzülsün." dedi. ben de iyi ki kardeş gibiymişsiniz, dedim içimden, sıradan bir arkadaş olsaymış ne olacakmış acaba. ben hatayı baştan yapmışım, hemen atlamışım. zayıfmışım, insanlara kendimi belli edersem, zayıf noktamı gösterirsem beni oradan yakalayıp parmağında oynatırmış herkes. bir şeyi kendi açından değil karşındaki açısından düşünecekmişsin. burada kastettiği olaya onun yaklaşımını anlayıp ona uygun davranmak, kısaca nabza göre şerbet vermek diyoruz biz ona. kendimizi düşünüp kendimizi ortaya koyarsak, kaybetmeye mahkummuşuz. ben de bu yüzden kaybetmişim, hep de kaybedecekmişim. yorum yapmadan dinledim ben. arkadaş coştukça coştu coştukça coştu. işte kızlar çok basitmiş de, herkesin ne duymak istediğini biliyormuş da ona göre davranıyormuş da. insanları idare etmek çok kolaymış da... yetinmedi, konuşmamız (!) boyunca beni zarflamış da en zayıf noktamı öğrenmiş de. istese beni iki dakikada tavlarmış."ıhıhıhıh" diyerek geçiştirdim bunları. ismimin cemile oluşu ve hayali erkek arkadaşımdan ayrılmış oluşum dışında hiçbir şey söylemediğim -söylememe fırsat vermeyen- bu adam hakkımda bunca bilgiye nasıl sahip olmuş inanın benim de fikrim yok. adama "tavlayamazsın beni sen" desem hırs yapacak, "tavlarsın tabi" dersem yapışacak korkusundan bir şey de diyemedim, saçlar da elinde, malum.
böyle oldu saçlarım

sonra da "ben çok mu salak görünüyorum acaba ya?" diye kendi kendimi yedim. kimisi zayıfsın der, kimisi egoistsin der, kimisi "herkesi parmağında oynatıyorsun ama bana işlemez" diye böbürlenir.

of ona da ayrı taktım kafayı bak. ay ben kimim ki oynatayım, kimi oynatayım parmağımda, niye oynatayım. tamam, bazen beni seven insanların bana olan sevgilerini kullanmıyor değilim ama ahaha o kadar manipüle edici bir insan değilim. olamam da, hani olabileceksem de olamam, üşenirim.

kendimi olduğum gibi ortaya koymanın da aptallık olduğunu hiç düşünmedim. zayıf yönlerimi de göstermekten korkmuyorum. kendimi duvarlar arkasına saklamaya ihtiyacım yok, kaldırabiliyorum bazı şeyleri,korkmuyorum da kötü niyetli insanlardan. baş etmenin bir yolunu buluyorum. dürüst olmakta, açık olmakta, içten olmakta bir kötülük görmüyorum. kaybetmeye mahkummuşum böyle olduğum için insanları ama gariptir kendimi hiç de kaybetmiş hissetmiyorum. ne birilerini yönetme peşindeyim ne kendimi saklamaya ihtiyacım var.

moda oldu dedim az önce, moda oldu gerçekten bu laf: "kimin ne istediğini anlamak çok kolay, anlıyorum ve duymak istediklerini veriyorum." hayatımda hiç yapamadım biliyor musunuz? hiç de zahmet edip düşünmedim kimin ne duymak istediğini, ne söylemek istediğimle ilgilendim, ne söylemek istiyorsam onu söyledim. insan duymak istediklerini, duymayı hak ediyorsa duyar of. yani, en azından benden bahsediyorsak... hatta bazen duymak istemediklerini de duyarlar, hak ediyorlarsa. kendimi bildim bileli böyleyim, bir zararını görmedim. ve bunu düşünmekten de nefret ediyorum. şu ana kadar duyduklarımın ne kadarı gerçekti, ne kadarı insanların duymak istediğimi düşündüğü şeylerdi acaba? bak yanıtı olmayan sorular sorduruyorlar insanlara, hoş olmuyor. bana en son "duymak istediklerini söylüyorum" diyen adam duymak istediklerime yaklaşamamıştı bile mesela.

bakın yine dişe dokunur bir şey söyleyemedim. bir twitter hesabı var çoooook tatlı bir bakın diye şöylece bırakıyorum: bahsedilen twitter hesabı.

bir de alt-j istanbul'a geliyormuş, konser verecekmiş. böbreğimin biri satılık, ilgilenen varsa lütfen iletişime geçsin.

son olarak şarkıyı bırakıp gidiyorum.
alt yapısı süpermiş, bir zamanlar herkesi kopartmış barda diskoda, hala dinleniyormuş çok da iyiymiş breh breh breh.
bense müzikten anlamayan zavallı bir balıkmışım.
efsane şarkıyı dinleyelim haydi, ben de başımı taşlara vurayım.

hehe faciadan sonra sevdiğim bir coverı bırakayım da hayatta güzel şeylerin de olduğunu bilelim, kendimi de affettirmiş olayım.

hadi iyisiniz, bunu da şu an dinliyordum, içimden geldi.
hep ayşe hatun'un hikmetleri bunlar.

dayanamıyorum alt-j demişken 

her şeyden bağımsız olarak da ceylan ertem'e bir selam çakıp gidiyorum gaari.

5 yorum:

  1. ya baksanaaaa bu durumlarda bak incidon diye bi ilaç var bitkisel içsene yaa doktoruna sor bak, ya da daha sert surumda cipralex içiyolar. offf ya tıbbi yardımı önemse noluur :)

    YanıtlaSil
  2. bi de sorgulama nolur yaaa :) yaşa sadeceee :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. önemsiyorum zaten, kullanıyorum bi takım ilaçlar da :) sorgulanmamış bir yaşam yaşanmaya değer mi ki deep? ;)

      Sil
  3. Yael Naim - toxic şarkısına bayılıyorum, görmek mutlu etti. Bu arada blogunu çok beğendiğimi de eklemeden geçemiycem

    YanıtlaSil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;