2 Mayıs 2015 Cumartesi

son yazıda bahsettiğim, "anlatmak istemediğim rüya"ları birilerine anlattım. "dillendirmek istemediğim kavrayış"ları dillendirdim. hepsini önce kendime itiraf ettim, sonra arkadaşlarıma. yalnızca muhatabına değil, o konuda daha kolay bir yol seçtim...

dün görkem'le buluştuk. önce bi' oyuna gittik. son anda bilet aldık bana, daha arkalardaydım. görkem'in yanında oturan kişi gelmeyince beni öne aldıklar."nehir" oyunun adı. ağzımı kapatamadan izledim. gerçi benim ağzımı kapatarak izleyebildiğim oyun yok. haşmetli şeyler karşısında ağzım açık hep, tiyatro çok haşmetli bir şey bence.

sonra beck house'a gittik. bira içtik, dertleştik. ben ağladım. öpüştük sonunda ahah. komik bir deneyimdi bence.hiç öyle şey hayal etmeyin mesela; kız ağlamaktadır, oğlan onu teselli etmektedir. yakınlaşırlar, bi çekim oluşur sonra dudaklar buluşuverir falan. yok biz gayet "hadi öpüşelim" dedik ve öpüştük. insan romantik hisler beslemediği biriyle öpüşemiyormuş sanırım, öyle çıkarımlarda bulundum. görkem de çok kötü olduğunu söyledi, sağolsun çok kibardır ahah.

hâlâ sürekli radiohead dinliyorum. uyumadan önce de placebo. lisedeyken placebo benim için yan yana yürüdüğüm bir şeydi. ağlama krizlerine eşlik eden, ne bileyim gün boyu susmak bilmeden kalbimi kanırta kanırta dinlediğim bir şey. zamanla ben küçüldüm, o da büyüdü herhalde. deli diyeceksiniz diye korkmama rağmen yazıyorum, placebo artık benim için üç kişiden oluşan bir grup olmaktan çıktı. o üç kişi de eridi zaten, yok oldu. kaynaştılar. sadece sesler ve sözler kaldı geriye.bir ara, "placeboya ve uykuya gömeceğim kendimi" demiştim, yorganımın içine girip kulaklığı takmıştım. o akşam fark ettim, müzik de değilmiş artık sanki. bir adammış placebo, sevgilim diyemediğim, abim diyemediğim, niteleyemediğim. o akşam kendimi çok sevdiğim çok güvendiğim bir adamın kollarında, onun göğsüne başımı yaslamış ağlıyormuşum gibi hissettim. o kadar gerçekti ki neyse sıcaklığını hissettim, kokusunu duydum diyeceğim. artık benim için her şey bittikten sonra gidip sığındığım, günah çıkarttığım ve beni affeden bir şey oldu ne tuhaf. radiohead de kalbimi kanırta kanırta dinlediğim yeni "şey" oldu.

bahsettiğim akşam küçük çaplı bir depresyonun habercisiydi. olaylar eğip büktü bir şeyleri, o zaman kaçtığım şeyi şimdi yaşıyorum. bir alışkanlığı terk ediş... bir alışkanlığı terk ediyorum.

bu gün çilek aldım kendime, patlamış mısır aldım. sanki yıllardır kendim için hiçbir şey yapmıyor gibiyim. sanki yaşamıyordum da. şimdi de  bunları yazıyorum kendim için. ağlıyorum.

çok değiştim geçmişten bu yana. lisedeyken her şey çok kolaymış. çünkü sayı doğrusunun - tarafında cereyan ediyormuş olan biten her şey. şimdi bir de + uç var, değişen değerler arasındaki fark kocaman. sabah gözümü baş ağrısıyla açıyordum, akşam yatana dek böyle sürüyordu. huysuzdum ve sürekli mutsuzdum. depresiftim hep ve bu kolaydı. kolaymış.

geçen yıl ilkbaharda başladı, ve çığ gibi yuvarlanarak devam etti sanki her şey ve düşününce çok saçma. bir sınav dönemi, uyuyamıyorum ve neşeliyim. uyuyamıyorum çünkü sınav dönemi, neşeliyim çünkü neşeliyim. her şey normal. sonra bir gün kendime neden intihar etmediğimi sorduğumu ve buna mantıklı bir cevap bulamadığımı fark ediyorum. neşeliyim, her şey yolunda, acı çekmiyorum ve kendimi neden öldürmediğime dair bir fikrim yok. kafamda sirenler ötmeye başlıyor: ters giden bir şeyler vaaaar, çünkü bu çok mantıksııııız.

o zamandan bu zamana da her şey çok saçma sapan, çok dalgalı sanki. tüm yazı uyuyarak geçirdiğimi hatırlıyorum, bir işe yaramamak için ant içmiş gibiydim ve yaz boyunca bana mert baktı. ama gerçekten baktı. bana yemek yaptı, beni uyuttu, beni uyandırdı, bana kitap okudu, ders çalıştırdı, banyodan sonra saçlarımı taradı. (şimdi bile ne zaman canım yansa koşup ona sarılıyorum)

bu çöküşün okul başladıktan sonra da devam ettiğini düşünüyorum, bazı zaman dilimleri benim için yok. bir dönemi uyuyarak geçirdim. ve kilometrelerce uzaktaki bir oğlanın ne yaptığını, ne düşündüğünü düşünmekle. ve inanın bunun sevgiyle uzaktan yakından alakası yoktu. inanın.

sonra toparlanmaya başladım. hatta neşeli birine dönüştüm. depresif olduğum saatler azaldı eskiye nazaran. günler değil saatler diyorum çünkü her şeyi saatlerle ölçebiliyorum artık. sabah uyandığımda ilk yarım saat mutsuzum çünkü uykum açılmamış. moralimi düşüren spesifik bir şey yoksa, bölüme giderken hoplaya zıplaya şarkı söylemek (evet gerçekten zıplıyorum ve gerçekten söylüyorum) enerjimi yükseltiyor, neşemi yerine getiriyor. özellikle dışarı çıktıysam, hava güneşliyse ekstra neşeliyim. konuşuyorum, gülüyorum, her şey çok canlı. yaşıyorum. odama geldiğimde her şey durgunlaşıyor, akşam saatlerine tekabül ediyor bu da. gece çöküşe geçiyorum. akşam saat sekizden sonra azap saatleri başlıyor. uyuyana dek daha kötü ve daha kötü oluyorum. genelde vatsaptan ebruya yazıyorum, bazen beraber ağlıyoruz.

bazı zamanlarda bazı şeyleri idrak etmekte zorlanıyorum. mesela yüksek bir binadan atlarsam zarar görebileceğimi. bazı şeyleri de hatırlamakta zorlanıyorum. çok heycanlı olduğumda olanları ya da çok mutlu. mesela tekirdağ'da konuştuklarımızın çoğunu hatırlamıyorum. birkaç küçük anıyı da. kafamda o kadar çok şey koşuşturuyordu ki aslında normal davranabilmiş olmam da başarı, ne kadar normal davranabildiysem.

gelecek yıl okul bitiyor ve ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yok. sadece dilenmek ve gezmek istiyorum. bu kadar.

içimde o çok nefret ettiğim şefkatle karışık sevgiyi hissediyorum, bunu hissettiğim kişiye aşık olmalıydım aslında. aynı zamanda hiç var olmamış birine de aşık olduğumu görüyorum. kendi saçma sapanlığıma paralel olarak mı saçma sapan şeyler yaşıyorum yoksa herkese mi oluyor bilmiyorum.

yeterince uzaklaşırsak, trajedinin trajik görünmediği bir nokta buluruz. biraz kalbim kırık, neyse ki kafam karışık değil. genelde bunun yanında bir de kafam karışık olurdu (kalbimi kıran konuda. yoksa diğer hemen her konuda hala karışık kafam, yazı da karışık zaten.)

okuyamıyorum. en azından bir şeyler izleyebilmeye başladım şimdi de. yarın ve sonraki gün mert'le tiyatroya gidiyoruz. filmlerim var mis gibi. kitaplarım da beni bekliyorlar... okuyabildiğim günleri özlüyorum.


yazarken bunu dinledim ben.
siz de açın çalsın bir köşede.

4 yorum:

  1. '' neşeliyim, her şey yolunda, acı çekmiyorum ve kendimi neden öldürmediğime dair bir fikrim yok. ''
    Kendimi gördüm bu cümlede sanırım. Aynı şeyleri ben de yaşıyorum, dönem dönem azalıyor dediğin gibi saatlerle ölçülüyor bir süre sonra, insanların etrafındayken bir şekilde neşeli rolü yapılıyor da yalnızlık saatleri en zoru oluyor. Büyük bir boşluk. İnsan bir gün anlam bulabilme, ama saatlik ama günlük değil, kalıcı bir anlam bulup da rahat nefes alabilme dileğinden başka bir şey yapamıyor. Bende durum böyle en azından..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsan o anlamı ancak kendi içinde bulabilir kendisi yaratabilir diye düşünüyorum. Herkesin benzer şeyler yaşadığını biliyorum. Hayatlarımız kabul etsek de etmesek de paralel çok fazla sınırların dışına çıkamıyoruz. Bunca insanın böyle hissetmesinin nedeni nedir hiç anlayamıyorum. Bu çağla mı ilgili yıllar yüzyıllar önce de böyle miydi, yalnızca insan olmakla mı ilgili onu da bilmiyorum. Hayat başlı başına mücadele işte, düşe kalka ilerliyoruz bir şekilde :)

      Sil
  2. placebo ile ilgili paragrafta müzik aşkını inanılmaz anlatmışsın yaaa. şu sıkıntılarından bi kurtulsan sen bomba olcan bombaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bakalım, senelerdir kurtulamadım umutsuzum biraz.

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;