1 Aralık 2015 Salı

ay çok daraldım, şimdi size kitap anlatıcam adlı...

Biraz beat'e dalacağım dalamıyorum, biraz ne bok yediğim belli değil bir dönemdeyim. Şu an pencere kenarında oturduğumdan üşüyorum, kafamda berduş beresi var, çünkü malumunuz bu evin kuralları Mert'in astımı var. Her neyse. Patti Smith'in kitabını alırken elim Burroughs'a gitti sonra cesaret edemedim. Biraz da tanıdık yüzler arayışındaydım galiba, bunu aldım. Alırken de okurken de Utku geldi aklıma, o da okumuş yazmış zaten, bakınız. Yorumumu bıraktım sitemimi ettim, lüzumsuz bir yazı yazmaya tüm bedenim ve ruhumla hazırım.

İncecik bir kitaptı bir çırpıda bitiriverdim. Şu cümleyle anıyorum Fante'yi hep: "Onun eviydi burası, onun viranesi, parçalanmış düşü." Toza Sor'a dair çok az şey hatırlıyorum, bu cümle hep aklımda, zaman zaman tekrarlıyorum. Umarım bu da bir akıl bozukluğu belirtisi değildir, böyle ara ara manasızca tekrarladığım cümleler var.

1933 Berbat Bir Yıldı, Toza Sor kadar etkileyici değildi ama yine açlık yine fakirlik yine sefalet. Köklerinden kopup gelen insanların düş kırıklıkları ve hayata tutunma çabaları, çünkü bu Fante.

Bu kez portakal yiyerek yaşamaya ve yazmaya çalışan bir adam yok karşımızda, yeniyetme bir oğlan var. Belki de çok genç olduğundan çok cesur, çok hayalperest, çok güvenli. Yani nasıl desem, çok genç olduğumda da -ki çok yaşlı değilim ama 17 yaşında da değilim- çok inançlı olamadığımdan kıskanıyorum Dom'u belki. Tutkusunu kıskanıyorum ve saflığını. Utku'nun dediği gibi, sosyal zekası umut vaat etse de pek gelişmemiş gerçekten. Belki de bu yüzden bu kadar saftır.

"Babaanne Bettina kar tanelerinin dünyaya kısa bir süre için dönen cennetten ruhlar olduğunu söylerdi. Bunun doğru olmadığını ama olanaklı olduğunu bilir, canım istediğinde de inanırdım."

Dom tanrıya da bu şekilde inanıyor. Mesela Dom eğer fakirseniz, eğer umut etmek zorundaysanız tanrıya inanmama gibi bir lüksünüz olmadığının da farkında. Aslında bence, ne kadar da haklı.

Utku'nun yazısını okuyun, size mevzuyu anlatmayacağım. Sadece birkaç bir şey söylüyorum burada. Çoğu zaman biz şeytan kızların küçümsediği adamlar aslında ne kadar saf seviyor, tatlı seviyor. Mesela siz yanında nefes alırken, yani sırf onun yanında nefes alıyor oluşunuzu bir mucize gibi gördüğünden nefesi kesiliyor. Ama sınıf farkı, ama entelektüel seviyelerin arasındaki uçurumlar.

"Uzun boynuna baktım, sarı saçlarına, endamına; ve ağlamaya başladım, çünkü Dorothy Parrish hiçbir zaman benim olmayacaktı, kökleri Torricella Peligna'ya uzanan hiç kimse Dorothy Parrish gibi bir kıza sahip olamazdı, bin yıl geçse de; dünyada bir başka erkek olduğu sürece asla."

Yine de dönüp Dorothy Parrish'e "Bir gün adımı duyacak ve pişman olacaksın." der. İşte çocuklar, bu umut etmektir, aynı zamanda inanmak.

Babasıyla arasındaki ilişki de güzel. Acır babasına, sever de, aynı zamanda nefret eder. Çünkü babası kırılmıştır, örselenmiştir, bir kadınla huzur içinde oturup bulmaca çözmenin özlemini çekmektedir ve oğlunun naifliğinin ve kırılganlığının farkındadır. Aslında onu korumaya çalıştığı şey, hayalkırıklığıdır. Çünkü en çok inandığınız, bir din gibi inandığınız, bir mutlak doğru olarak benimsediğiniz şey başınıza çöktükten sonra yaşamaya devam edemeyeceğinizin, ölmeseniz bile artık yaşıyor da olamayacağınızın da bilincindedir.

Yani, çok kalbimizi kırdı kitap tabii. Yoksulluk, sefalet, insanın çaresizliği her zaman hazmedemediğim şeyler oldu ve hazmedemeyeceğim...

6 yorum:

  1. Ben Fante'yi ilk defa Gençlik Şarabı'yla tanıdım, ertesinde de Toza Sor okumuştum fakat Bukowski gibi (Ekmek Arası) yavan geldi nedense. Kötü demek istemiyorum, çünkü sıkmadan okudum, haklarını yemeyeyim ama geriye dönüp bakıyorum aklımda sadece (Gençliğin Şarabı) bir deprem sahnesi kalmış. Yine biz şaşmayalım Burroughs'tan, her zaman beat edebiyatının yüz akı olmuş benim düşünceme göre :) Neal Cassady'ler, Jack Kerouac'ler duruyor valla kütüphanemde o kadar fazla var ki okuyamadığım beat kitapları offf.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya evet bunu ben de kabul edebilirim, Bukowski, Fante edebi anlamda çok doyurucu değil gerçekten. Düz adamlar bunlar, dümdüz. Galiba zaman zaman beni çarpan da bu dümdüz oluş hali.

      Sil
    2. Gerçekten underground edebiyatı seviyorum. Özellikle de Amerikan underground yazarlarını. Beat jenerasyonunu da dahil. Maceracı ruhları, sevgileri, sövmeleri, kavgaları, sevişmeleri, hepsi bir olay ve en güzel yanı gerçek ve "sıradan" olmaları. Yani çoğu zaman herkesin yaşadığı şeyler ve farkında bile değiliz.

      Ne kadar Beatci olsam da, On the Road'u sıkıcı bulmuş birisiyim, utanarak söylüyorum. Burroughs'un -iyi manada- korkunç kaleminden sonra yavan gelmişti. Naked Lunch dünya tarihinin en çığır açan kitaplarından biridir <3 Okurken insan bir süreden sonra aklını yitireceğinden falan korkuyor :D Ferlinghetti'nin şiirleri de güzel bence. Severim. Ginsberg'e zaten hiç değinmiyorum.

      Sil
    3. Beate hiç bulaşmadım şu zamana dek, underground edebiyatın da çok çok çok ucundan takipçisi oldum ama yaşamımın şu evresinde daha bit haşır neşir olacağım galiba.

      Bahsettiğin herkeslere bakayım 😌

      Sil
  2. Fante'nin toza sor'una hastayım. bu da kitaplığımda okunacaklar listesindeydi. okuyayım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de Toza Sor'u tekrar okuyacağım bir ara.

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;