7 Aralık 2015 Pazartesi

sonunda güzel şeyler oluyor yeeey!

galiba gerçekten burada bu yüzden bulunuyoruz. kendimizi mahvetmek, kalplerimizi kırmak, yanlış insanları sevmek ve ölmek için. bir sürü hata yapmak için yani. kundera, varolmanın dayanılmaz hafifliği'nde yalnızca bir hayat yaşayabildiğimiz için, sonsuzlukta bu sonsuzca tekrarlanmadığı, başka bir hayat yaşama şansımız olmadığı için yaptığımız seçimleri, yaşadığımız hayatı öteki bir yaşantıyla kıyaslayamayacağımızdan bahsediyor, bu yüzden belki de hiç yaşamamış sayılacağımızdan. sonsuzluğa bakınca ben de gerçekten çok önemsiz görüyorum, belki de hiç yaşamıyoruz ama tamamıyla benimsemiyorum bu sevimsiz fikirleri zira sevimsiz buluyorum. şu anda, yaşadığımız an ve algıladığımız gerçeklikte bazı şeyler anlamlı işte, en azından bizim için. gerisi o kadar da mühim değil belki.

bütün bunların yanında (kendimizi mahvetmemiz, kalplerimizin kırılması, yanlış insanları sevmemiz ve ölmemiz dışında) birkaç şey için daha yaşıyoruz galiba. sonunda doğru insanı bulmak, güzel dostlar biriktirmek, kedileri sevmek, güzel kitaplar okumak ve yolculuk etmek bunlardan bazıları olabilir.

hayat öyle tuhaf ki çok beklenmedik zamanlarda tahmin edemeyeceğimiz kanallarla karşımıza bir şeyler çıkarıyor ya da birilerini. sonra o birileri kendi derdimi paylaşayım derken sizi sarsıp kendinize getirebiliyor, sonra siz kendi sorunlarınızdan birini çözüyorsunuz birden bire. böyle şeyler oluyor. dün gece böyle şeyler oldu.

yani uzun süredir kendime "n'apıyorum ben ya?" diye soruyordum tabii ama soruyordum yalnızca. galiba ne yaptığımı idrak etmek, yaptığım şeyi değiştirmek, değiştirmeye çalışmak gibi bir gayem yoktu çünkü gerçekten kendimi kabul etmeye çalışıyordum. çünkü kendimi kabul edemeyişlerimden çok çok çok yorgundum.

dün gece kendime "n'apıyorum ben ya?" dedim bir kez daha. "bu değilim ki ben. böyle bir insan bile değilim, böyle bir insan olmak da istemiyorum zaten. ben n'apıyorum? neden yapıyorum? yine kim kabul etsin istiyorum beni? ve niye?"

yani evet, gerçeklerle yüzleşmek gerek, annem 20 yıl boyunca beni kabul etmedi. bunun 18 yılında beni kabul etmeye çalışmadı. değiştirmeye çalıştı. evet yani evimizde kapılar çarpıldı, bazen komşular ne oluyor bu evde diye kapımızı çaldı ne yapalım yani? kabul etmek zorundayım ki 8 yıl boyunca da ilkokul arkadaşlarım kabul etmedi beni. sevilmeyen bir çocuk oldum, sınıf öğretmenine balık gitsin onu sevmeyin diye mektuplar yazıldı, oyunlar bensiz oynandı. şunu kabul etmek zorundayım, bundan kaçamam, 14 yaşına geldiğimde yaklaşık seksen kiloydum, boyum daha kısaydı, dişlerimi fırçalamayı reddediyordum, inanılmaz mutsuzdum, sıklıkla intihar etsem ne olur acaba diye düşünüyordum. her gün kimliği belirlenememiş cesetlere bakıyordum ve ölümü kafamda anlamlandırmaya çalışıyordum, çokça da ağlıyordum. ben kendi içimde bunları yaşarken ve muhtemelen ağır bir depresyon geçirirken ailem beni sınava hazırlamaya çalışıyordu, ve fekat asla takdir görmüyordum çünkü asla il birincisi olamadım mesela. ve asla fen lisesi hedeflemedim mesela. ve hiçbir zaman hiçbir sınavda en iyi olmak gibi bir kaygım olmadı mesela.

liseye geldiğimde de elimde değildi artık, ben bütün arkadaşlarımı dışladım, onları ben dışarıda bıraktım. zaten yani, başka türlüsünü bilmiyordum. konular yüzeysel ve can sıkıcıydı. sevdiğim bir oğlan yoktu, oğlanlar da sıkıcıydı. edebiyat ve müzik vardı ama ugg veya harley davidson botlar kadar ilgi çekmiyordu. bunu da çok umursamıyordum çünkü, eh, ilgilenmeye de çalışmıyordum.

üniversiteye başladığımda, herkes için hayal kırıklığıydım. her zaman herkes için hayal kırıklığı olmayı bir şekilde başardım, abartarak söylemiyorum. annem hastalıktan hastalığa zıpladığı için ilk yılım büyük bir suçluluk duygusuyla falan geçti aslında. annem söz konusu olduğunda bütün hayatımı kendimi suçlu hissederek geçirmiş olabilirim. hatırlıyorum, beş yaşındaydım, çünkü ridade daha çok küçüktü, demek ki o da ya birkaç aylıktı ya bir yaşında falandı, soğuk bir odada kendi başıma "kimse beni sevmiyor, keşke ölsem" diye ağlıyordum. gerçekten sevdiğiniz insanlarla ilgili kendinizi sürekli ama sürekli suçlu hissetmek, çocuk yaşlardan beri, duygusal şiddetin çok iğrenç bir türü ve bununla baş etmek çok kolay olmuyor.

bütün bunların ışığında geldiğim son nokta yarı bilinçsiz bir vaziyette banyo köşelerinde bileklerimi kesmeye çalışmak falan oldu. yani bir çıkış noktası bulamıyordum anlatabiliyor muyum? kendim olarak sevdiğim insanlarla çatışmadan yaşayamıyordum. kendim olmadan yaşamak istemiyordum. zaten kendim olamıyordum da. ve herkesi bırakıp gitme fikrinden hoşlanmıyordum. bütün bunlarla baş edemiyorum en iyisi öleyim gibi bir pes ediş de değildi yaşadığım. tezer özlü'nünkü gibi "neden olmasın, bu da mümkün" tarzı bir düşünceden temel alıyordu ve ertesi gün yaşamın ne kadar güzel olduğunu fark edip bölüme şarkı söyleyerek gidiyordum. ölümde hiçbir zaman kutsal bir yan görmedim, genellikle çirkin buluyorum ölümü. ama doğal da buluyorum.

ya her neyse. ama kurtulamadım bu normalleşme çabasından 21 yıldır arkadaşlar. burada küçük emrah triplerine de girmiyorum aslında, dönüp baktığımda kendime hiç acımıyorum, acıklı bir yan da görmüyorum. bu kaybeden edebiyatından da iğreniyorum, yeri gelmişken söyleyeyim kendimi kaybetmiş de hissetmiyorum. bazen kaybolmuş hissediyorum tabi ama kesinlikle kaybetmiş değil.

sonra hayatıma bir adam giriyor, ya da ben zorla sokuyorum bu da olabilir, ve birden gerçekten çok güzel olmadığım için ilgilendiğim bir adam tarafından tercih edilmeyebileceğimi idrak ediyorum ve her zaman beni bununla yargılamayacak adamları seçmeyebileceğimi de. yani nasıl desem kendimi bir savaşta gerçek anlamda silahsız hissediyorum ve yapabileceğim hiçbir şey yok. ben buyum yani. hayatım boyunca birilerinden baş belası olduğumu duyuyorum. çoğunlukla bunu sevecenlikle söylüyorlar ama benim "insanların başına gelen bir şey" olmaktan ne kadar yıldığımı ve "insanların beraber olmayı seçtikleri bir şey" gibi hissetmeye ne kadar ihtiyacım olduğunun farkında değiller.  sonra gelsin yeni saplantılar, yeni saçmalıklar.

yani insanları da suçlamıyorum bunlar benim de kendimle ilgili doğru yargılar oluşturamamam ve sağlıklı düşünemememle alakalı. farkındayım bunun da.

sonra kendi söyleyebileceğim şeyleri bir başkasının ağzından duyuyorum. bir zamanlar kesinlikle söyleyeceğim savunacağım şimdiyse ancak fısıldayabildiğim şeyleri de olabilir ve evet ya, ben gerçekten n'apıyorum? kendimden uzaklaşayım derken neye dönüşüyorum? şimdi 17 yaşıma geri dönüyorum ve, yani sonsuza dek yalnız kalsam ne çıkar? gerçekten çok güzel olmasam ne çıkar? yani gerçekten, a kişisini memeleri benimkilerden daha büyük diye bana tercih edecek bir adamdan BANA NE? gerçekten bana ne? ne konuşabiliriz biz onunla, ne paylaşabiliriz, hangi noktada buluşabiliriz?

yani gerçekten uzun bir süre sonra kendime şöyle bir bakıyorum ve beğeniyorum kendimi. neyi yapmayı kafama koyduysam yapmışım. olumsuzluklara odaklanmanın alemi yok, böyle olduğu için harika anlar yaşamışım, muhteşem insanlarla, inanılmaz güzel şarkılarla tanışmışım. hiçbir şey hakkında da pişman değilim. ve karşımda bir adam konuşuyor, benim kurabileceğim, başkalarına kurmuş olduğum cümleleri bana söylüyor, sırf böyle düşündüğü için onun çok güzel bir insan olduğunu düşünüyorum, sırf böyle düşündüğüm içinse kendimden nefret ediyorum. yani cidden, n'apıyorum ben?

elini tutmak istediğim hiçbir adam yok demiştim, gitmek istediğim hiçbir yer yok. samimiydim bunları söylerken. yani, hiç oynamadım gerçekten, söylediğim her şeyde hep samimiydim. o zaman koray'dan bana ne anasını satayım? sena'dan, didem'den, melis'ten, özge'den bana ne? ne ara tanımadığım bunca insan hayatıma girdi ve ben gözlerimi onların hayatlarına diktim. böyle bir insan değilim ben, böyle bir insan olmak istemiyorum.

kendisiyle barışmış, insanlarla barışmış, kabullenmeyi öğrenmiş bir kadın olmak istiyorum ben, bu olmalıyım. sobada ekmek pişirmeliyim ve ağaçtan elma toplamalıyım. öyle çok göz, öyle çok ses var ki gerçekten ister istemez kirleniyoruz. gerçekten hiç farkında olmadan patatese dönüyoruz, hiç farkında olmadan paylaştığımız fotoğrafların kaç layk aldığını merak etmeye başlıyoruz. birilerinin hakkımızda ne düşündüğünü bilmek istiyoruz, bazen düşüncelerini yönlendirmek adına kendimizden ödün veriyoruz. bu sunilik iğrenç, midemi bulandırıyor. özgür olamıyoruz, önce kendi zihnimizde özgür olamıyoruz. biraz dikkatimiz dağılsa sahip çıkamıyoruz fikirlerimize. hayır ya, kaçıncı kez farkediyorum bilmiyorum, bu farkındalığı ne kadar korurum onu da bilmiyorum, hayatım bu geri dönüşlerle dolu ama, ben böyle bir şeye dönüşmek istemiyorum ben. bu değilim, özümde bu değilim, hiç olmadım, 25 yaşına geldiğimde mesela, o manasız, boş ve yapay dünyaya adapte olduğumu görmek istemiyorum gerçekten.

size daha önce şöyle söylemiştim: "Yani yer yüzündeki her bir hemcinsimi rakip olarak görmekten vazgeçtiğimde ve kendimi de olduğum gibi sevmeyi başardığımda, Parfümün Dansı'ndaki gibi moleküllerime ayrışıp dünyaya dağılacağıma ve sonra tekrar bir araya gelip pancar pişireceğime inanıyorum." galiba dün gece moleküllerime ayrılıp dünyaya dağıldım. bu iddiayı gerçek kılmak adına bir ara da pancar pişireceğim evde. bolca titreştim, bolca da gerildim. 

şimdi heyecanlıyım, mutluyum. hayatımla ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yok ama neysem oyum. bunu bir kez daha kabul ediyorum, bu kez rahatsızlık ve suçluluk duymadan kabul ediyorum. kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum, belki bu tüm evrene ait olmak anlamına geliyordur, belki de hiç önemi yoktur. kabul edilemediğim ne kadar topluluk varsa hiç birini kabul etmediğimi, edemediğimi, etmek istemediğimi biliyorum. sanırım yaşamımın şu evresinde, yalnız olmak istiyorum, yapayalnız olmak, yıldız tozu olmak. 




2 yorum:

  1. Ne kadar güzel ne kadar samimi bir yazı olmuş. Kendini kabullenmek hem kolay hem de zor, bazen kolay bazen zor. :ı Bi' gün hepimiz yıldız olacağız sanırım o zamana kadar bizi mutlu eden şeyleri yapmaya özen göstererek yaşamalıyız. ^.^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim ve galiba çok haklısın :D

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;