1 Ekim 2016 Cumartesi

merhaba, bu gün burda yeryüzünün en samimiyetsiz insanı olarak bulunuyorum...

başlık böyle, dün samimiyetsizlikle itham edildim. daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım, bununla nasıl başa çıkabilirim bilmiyorum, herhalde bununla savaşılmaz. galiba kimseyi, hiçbir şeyi düşünmeme de gerek kalmadı artık, istediğim gibi yazabilirim en azından... hatta bu gün yeryüzünün en samimiyetsiz insanı olarak, en içten yazımı yazabilirim. en içten yazılarım hep muhatabının okumayacağı yazılar oluyor zaten, o da ayrıca güzel...

burada kaç kez koray'dan bahsettiğimi bilmiyorum. nasıl saçma sapan bir ilişkimiz olduğunu herkes az çok biliyor. onu ne kadar istediğimi, onunla olmayı ne kadar istediğimi en iyi ebru biliyor bir de kendisi. işte -burada söyleyebileceklerimi düşünmek bile istemem- babası vefat ettiğinde oturup sabahlara kadar ağladığımı da en iyi ikisi biliyor. bunu burada dile bile getirmiyor olmam gerekirdi.

ilişki söz konusu olduğunda bok gibi bir herifti bunu biliyorum. iki sene peşinde koştum, iki sene boyunca ağzıma sıçtı. benim aptallığımdı, hep söylüyorum hep söyledim. kimseyi suçlamıyorum. bunları biliyorum. onun hakkında size çok kötü şeyler anlatabilirim, sınırlarını biliyorum, en kötü yanlarını biliyorum, onu tanıyorum. ama şimdi oturup iki sene boyunca peşinde koştuğum adamı kimseye kötülemeyeceğim çünkü onu tanıyorum.

söylediklerini neden söylediğini, yaptıklarını neden yaptığını biliyorum. çektiği sıkıntıları biliyorum, yaşadıklarının onu neye dönüştürdüğünü biliyorum. nedenleri yeterince iyi anladığınızda kimseye kızamıyorsunuz. ne kadar zeki bir adam olduğunu, ne kadar güçlü bir adam olduğunu, ne kadar becerikli bir adam olduğunu biliyorum, kendisi aksini düşünse de... öküzmüş gibi davransa da -zaman zaman gerçekten öküz olsa da- ne kadar nazik bir adam olduğunu biliyorum... ben duygusuzum ayaklarına yatsa da ne kadar kırılgan olduğunu biliyorum, ne kadar güzel koktuğunu biliyorum, uyurken ne kadar çok horladığını da biliyorum... beni kaç kez tekmeledi onu bilmiyorum, sayamadım.

bir zamanlar hayatta en çok istediğim şey onunla olmaktı, bunu biliyorum. "beni senin gibi bir tek annem sevdi" dediği geceyi hatırlıyorum. sevdiğim herkesi çocuğum gibi sevdiğimi biliyorum. şimdi ihtiyacı olsa koşarak giderim biliyorum, çünkü ben herkesin annesiyim.

ne kadar yalnız, ne kadar mutsuz bir adam olduğunu biliyorum. bu yüzden hep dedim ki ona, "benimle mutlu olmayacaksan, benimle olma. kiminle mutlu olacaksan onunla ol, ama mutlu ol, mutsuz olduğunu görmek istemiyorum."

ankara'ya geldiğinde neler yaşadığımızı hatırlıyorum. banyo köşelerinde ağlayıp sonra gelip ona sarıldığımı ve "buradan sonrasını toparlayamayız, bari son görüşmemizi güzel geçirelim" dediğimi hatırlıyorum. ertesi gün onu aşti'den uğurlarken ne kadar allak bullak olduğumu hatırlıyorum. hiç istemememe rağmen "elini tutabilir miyim?" demek zorunda kalışımı hatırlıyorum. o esnada küçük bir histeri krizinin eşiğinde olduğumu hatırlıyorum. onu sevmeme neden olan her şeyin yerinde kalışını ama incinmişliğimle başa çıkamayacak oluşumu, bunu ne kadar kesin ve net idrak ettiğimi hatırlıyorum. bütün bunları ben hatırlıyorum, o hatırlamıyor. bu yüzden onu affetmiyorum. "benimle olamayacaksan bir başkasıyla ol ama mutlu ol" diyemediği için onu affetmiyorum. bu yapayalnızlık hissinin beni öldürdüğünü bilmesini ama bunu asla umursamamasını affetmiyorum.

burada kaç kez ender'den bahsettiğimi de bilmiyorum. bütün yaz insanlara kaç kez onu anlattığımı bilmiyorum. "dostumuzu bu kadar üzmeye hakkı yok" hıncıyla verip veriştiren insanlara kaç kez onu koruduğumu bilmiyorum. şimdi kerem hoca'ya gidip "haklıymışsınız" demek istiyorum, diyemiyorum, hâlâ daha haklı olduğunu düşünmüyorum.

tanıdığım en hassas, en duygusal, en zeki insanlardan biriydi, karşımda gördüğüm şeyi gerçeklikle hiçbir şekilde bağdaştıramıyorum. kimseden özür dilemiyorum. kimseden bir şey istemiyorum ve beklemiyorum, hiç beklemedim. kimseye kızmıyorum, kendimi bu duruma düşüren yine benim. her zaman olduğu gibi dönüp dolaşıp bakınca, öfkelenecek kendimden başka kimseyi bulamıyorum. ender'in aylardır "cessie sen n'apıyorsun" dememiş oluşunu anlayamıyorum. dün gece söylediği şeyleri haziranda söylemiş olsaydı her şey çok daha farklı olabilirdi, herhalde. önemli değil, bir bildiği vardır. eminim haklı bir sebebi vardır, hep olur.

ender şimdi gel dese giderim. sadece ender ya da koray değil, o çocukların herhangi biri dese onun yanına da giderim. işte arkadaşları birbirine düşüren kaşar olarak değil, birilerine yaranmaya çalışan bir zavallı olarak da değil, değerli gördüğü şeyi korumaya çalışan biri olarak yaparım bunu. ihtiyacım olduğunda gel diyebileceğim hiç kimse yok.

bununla ilgili de insanları suçlamıyorum. tüm dünya birden bir yerlerde hata yapıyor olamaz, eminim yine ben bir şeyleri yanlış veya eksik yapıyorum. ne olduğunu bilmiyorum...

dolayısıyla daha önce asla başıma gelmemiş bir şekilde yaftalanışım, kimse beni dinlemeye tenezzül etmediği için asla kendimi açıklayamayışım falan bende bir öfkeye neden olmadı. mide bulantımdan anladığım kadarı ile yalnızca kırıldım.

insanlar değişir, duygular değişir. bir dönem manyak gibi peşinde koştuğum adamın arkadaşını sevdiğim için kimseden özür dileyecek değilim. defalarca kez karşımdakine onu rahatsız edip etmediğimi sormuşken, defalarca kez bu konuyu tamamen kapamaya çalışmışken, hiç kimseden hiçbir beklentim olmadığını hissettirmeye bu kadar çalışmışken hiç değilim. ve işte birkaç şey söylemek istiyorum, söyleyemiyorum, söyleyebilecek olsam bile söyleyemezdim herhalde...

dün gece bizim evde yangın çıktı, buralar hep yanıyor, bu bir.
biz seninle sevgili değiliz, hiç olmadık, hiç olmayacağız, bu iki.
seninle kafamdakileri netleştirmeden konuşmak istemedim ama ben bir başkasını seviyorum. bu koşullar altında benimle görüşmek istemiyorsan sen bilirsin, yine de seni kaybetmek istemem, bu üç.
sen hayatımda gördüğüm en samimiyetsiz insansın, git tatminlerini başka yerlerde yaşa, bu da dört.

anlatmak, anlaşılmak, çabalamak adına bir istek duymuyorum. sonuçta biz kırıldık, daha da kırılırız. kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza* 

şu güne dek yaşadığım, yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. sevdiğim herkesi hâlâ seviyorum. büyük sevgiler dönüşür, bunu biliyorum, bazen arkadaşlığa dostluğa, bazen öfkeye, nefrete... kim hangi hissini neye dönüştürmek istiyorsa ona dönüştürsün, bununla ilgilenmiyorum. benim sevgim bana aittir. şimdi kendimi ifade etmek, bir şeyleri düzeltmek için harcayacağım enerjiyi, bana ait olanı kirletmemeye, kötü bir şeye dönüştürmemeye harcamayı seçiyorum. bir zamanlar söylemiş olduğum gibi, ortada söndüremediğin / söndürmek istemediğin bir ateş varsa o zaman ateşinle barışmalısın. ve oruç aruoba'nın da dediği gibi "hiç sönmeyecek bir ateş de yakamazsın" ben oturup bekliyorum, işte bu kez gelmeyecek birilerini, olmayacak bir şeyleri değil, ateşin sönmesini galiba. sonra yollar bizim...






6 yorum:

  1. Okudum, okudum, okudum, okudum ve yine okudum. Başa döndüm, aralara girdim çıktım. Sonra bir es.. Yazdım, yazdım, sildim. Şu yazdıklarının üzerine ne desem bilemiyorum Cessie. İki güzel laf etmem lazım, ama bilemedim. Bir kere, "nedenleri yeterince iyi anladığınızda kimseye kızamıyorsunuz" tespitin dünyanın belki en doğru tespiti. Altını çizdim kocaman. Yazının Koray bölümü için diyebileceğim, bazen astrolojiye inanmak istiyorum; tüm bu yaşananların Ayın saçma konumu veya bilmemne gezegeninin bilmekime triplenerek döngüye girmesinden dolayı gerçekleştiğine inanmak isterdim. Keşke bazı şeyler başka şekilde gelişse. Sokakları kuşboku dolu dünyadan daha fazlasını beklemezdim zaten.

    "Herkesin annesi"ne:
    https://www.youtube.com/watch?v=f0uQdEkKuok

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. koray mevzusu bitti gitti, ben sadece hiç değilse arkadaş olabiliriz diye ummuştum. işte kimseyi geride bırakamayışlarım falan filan, olmamalıymış, doğrusu o değilmiş, bazen bırakmak gerekirmiş onu öğrendim. keşke bazı şeyler gerçekten başka şekilde gelişseydi, en üzücü olan o kısım galiba ya. neyse bizim olan muhakkak bize döner, evren de yanılıyor olamaz zaten.

      bu mevzu bir şey daha öğretti, az önce ebru'ya söylemiştim, insanın nasıl göründüğü ile ilgili yapabileceği hiçbir şey yokmuş. ancak nasıl olduğunla ilgili seçimler yapabiliyormuşsun, kararlar alabiliyormuşsun. gerçekten öfke dolu bir insan olmak istemiyorum. haksızlığa uğramış hissediyorum, kırıldım falan ama, söylenen güzel sözler hatırına, okunan güzel metinler hatırına, dinlenen güzel şarkılar hatırına bile iyi ki tanımışım çocukları. çok şey öğrettiler, değer miydi desen, değerdi derdim.

      adam hep en doğru soruları sordu, hiç farkında olmadan silkeledi kendime getirdi, ölüm fikrini kafamdan atabildiysem, ne kadar attıysam hep payı var. o kırmayacaktı da kim kıracaktı, önemli değil. çok kötü anlarımızda bizi gülümseten insanlara ne kadar kızabiliriz aman...

      She's a little lost girl in her own little world
      She looks so happy but she seems so sad

      yine tam benlik bir şarkı bulmuşsun. ben de kurtarılmak istiyordum ama onu da öğrendim, kimse kimseyi kurtaramıyormuş.
      seni seviyorum.

      Sil
  2. seni sırtıma atıp bizim eve getiresim ve böyle üstüne bir battaniye ve bolca çikolata falan boca edip evden 1 hafta evden çıkarmayasım geldi şu an.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. of buna asla hayır diyemem şu an, size geleyim mi?

      Sil
  3. bir de bak ömer hayyam'ın bi' şiiri var, ben çok tekrarlıyorum içimden böyle zamanlarda dur bulayım

    aha:
    Şu olan biten varya boş ver ona.
    Taş yağsın isterse çok sürmez.
    Dakka şaşma dakka yaşamaya bak.
    Ne geçmişi düşün ne gelecekten kork.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok güzelmiş...
      içimizi döktük, birkaç gün, ya da ay, ya da yıl fjshjfkds bilemiyorum daha dökeriz çeşitli zamanlarda, geçer gider, sanırım :D

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;