24 Ekim 2016 Pazartesi

shit happens


sanırım kendi küçük sorunlarımla her gün mina'yı darladığım şu günlerde, bu yazıyı kendime ve hepimize bir şeyleri hatırlatmak amacıyla yazıyorum. ya da biraz içimi dökeceğim, gidişatı asla öngöremiyorum.

bu gün cansu'ya ceren'le ve zeynep'le konuştuğumu söyledim -ki o bunu bilmiyordu. o bunu bilmiyordu çünkü bir süre bunu bilmesini istemedim. sonunda onunla konuşmayı ve konuştuklarımızı anlatmayı başardım. sonra zeynep'e mesaj atıp cansu'yla konuştuğumu haber verdim. çünkü hiç kimsenin hiç bir söylediğim şeye inanmayacağına dair sevimsiz bir paranoyaya sahibim bir süredir. çünkü ben "inandığım her şey başıma çökmüş gibi" diyorum, arkadaşlarım, dostlarım "şu adamları takıntı haline getirmeyi bırak" diyor.

yaşamın çok tuhaf bir evresindeyim. belki daha önce bahsetmişimdir, son bir kaç ay içinde çok fazla şey öğrendim. mesela, sadece biyolojik ailemizi değil, manevi ailemizi de seçemiyormuşuz bazen. ali fuat hoca bana "kızım" dedi, ben de ona "siz de benim babam gibisiniz" dedim. bir şeyler oldu, bir şeyler olur: shit happens... sözlerimi geri alamam. geçen gece ona "bir baba seçebilecek olsaydım kendi babam dışında, o kişi siz olurdunuz." dedim. babam onun yaptığı hataları asla yapmaz, benim babam onları yapmaz. hoca da babamın yaptığı hataları asla yapmaz. ne diyebilirim ki, hiçbir şey diyemem. babam dışında bir başka baba seçebilecek olsaydım, ne olursa olsun o, hoca olurmuş...

koray'a ne olursa olsun, hayatta başımıza ne gelirse gelsin, ne zaman ihtiyacı olursa yanında olacağımı söyledim. başımıza çok büyük bir şey gelmedi. yani daha önce beş milyon kez söylediğim gibi beni iki sene peşinde süründürdü ve sonunda da her şeyin yalan olduğunu öğrendim. o noktadan sonra söyledikleri pek bir şey ifade etmedi, ne diyebilirim ki? adamın beni biraz olsun sevdiğine ihtimal vermediğim için artık, yaptığım veya yapacağım herhangi bir şeyin onu incitebileceğini de düşünemedim. benim söyleyebildiklerimi o asla benim için söyleyemedi, bu da bir parantez.

mert'e, "sen arkamda bırakamayacağım tek insansın" demiştim. sonra bunu söylediğim başkaları da oldu. sözcükler adına yanlış seçim, sonradan gördük ki, arkamda bırakamayacağım hiç kimse ama hiç kimse yokmuş. o, arkamda bırakmak istemeyeceğim tek insanmış, o zamanlar. gerçekten de mert'i hiçbir zaman arkamda bırakamadım. onunla ilgili müthiş bir hayal kırıklığı yaşadım, birbirimizin ağzına falan sıçtık ama aramızdaki şey (aşk mıydı artık) her neyse onu dostluğa dönüştürmeyi başardık. şimdi ikimiz de şunu söyleyebiliyoruz: "yıllar sonra sana bir kaldırımda rastlasam, seni görmeden öylece geçip gidemem, sen gidebilir misin?" ikimiz de aynı yanıtı veriyoruz. onu kaç kez dinlediğimi bilmiyorum, onun beni kaç kez dinlemediğini de bilmiyorum. ben onu hiçbir zaman arkamda bırakamadım, ama galiba o da benim için, benim onun için söylediklerimi söyleyemedi. çünkü beni yüz milyon kez bu gerzek salonda, bu gerzek pencerenin önünde bırakıp yatmaya gitti. ben o sıralarda ölmemeye çalışıyordum.

burada kaç isim sayabilirim bilmiyorum. ben onun için şunları yaptım ama karşılığında bunu gördüm diye. bunun muhasebesini yapabiliyor olmamdan bile iğreniyorum. bütün bunların yanında, son birkaç aydır, görüp de görmediklerim, görüp de söylemediklerim, duyup da duymadıklarım vesaireler vesaireler her şey üst üste birikiyor.

o akşam koray'a ender'e sinirlendiğim için mi söylemiştim ender'i sevdiğimi? neyse ki bu sorunun cevabını çok iyi biliyorum. iki sene boyunca bir kere bile yalan söylemediğim bir adamdan böyle bir şeyi saklayıp durmaktan da iğreniyordum. ve belki de haklı olabilirler, görüp görebilecekleri en samimiyetsiz insan benimdir çünkü: shit happens.

hep ciddi bir insan oldum. çocukken de, büyüdükten sonra da. hayatı ciddi ve büyük bir şey olarak gördüm, büyük, ciddi ve büyülü bir şey. ve tüm bu ciddiyetin içinde de, tüm ciddiyetimle oyunlar oynayıp durdum. büyük hayaller, kim için? benim için. gerçekleşip gerçekleşmemesi de önemli değildi, onlara sahip olmak önemliydi. sokaklarda zıplayarak yürümeye çalıştım, metroda şarkı söyledim. bu küçük oyunları bir çocukken oynadım, bir de ergenliğimin bitiminde yeniden başladım. hep bir mevzu vardı, bir kitap okumuş olmak çok büyük bir şeydi, aylarca tek bir kitabı tartıştık. dünyanın dönen dişlilerini gördük, dişlilerin birine çomak sokmayı hayal ettik aylarca, bu büyük bir şeydi. tanrı olmak büyük bir şeydi, tanrı olduğuma birilerini ikna ettim, bu bizim oyunumuzdu. kampta her gün gevrek gevrek sırıtıp "ehehe zoru başarırım, imkansız zaman alır" demek de büyük bir şeydi, ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı bir konuda içimden "aha sıçtık" derken "çözeriz, hallederiz yaa o iş bende" demek de. o da bir oyundu. oyunların en güzel yanı, bir oyunu yeterince uzun süre götürürseniz ve birilerini de buna dahil edebilirseniz onu gerçek kılabilmenizdi. benim oyunlarım hiçbir zaman birilerinin arkasından iş çevirmek adına olmamıştı, birilerinden intikam almak adına olmamıştı. geçmiş zaman kullanıyorum.

eskiden bir oyunum daha vardı: en uygunsuz olanı, en uygunsuz zamanda söylemek. söylenmemesi gerekeni, gizli kalması gerekeni insanların yüzüne vurmak. ne olursa olsun. mayıstan beri o oyunu oynayamıyorum. mayıstan beri o oyunu oynayamıyorum ve her geçen gün, ciddiyetle, biraz daha kirlendiğimi düşünüyorum.

bunca oyunu tek başına oynamak bazen çok sıkıcı oluyor. ben belki de beş yaşımdan beri oyun arkadaşımı arıyorum. ve aslında bu da bir oyundu. "bir gün onu bulacağım" oyunu. 22 yaşındayım ve oyunlarıma sahip çıkmakta zorlanıyorum. çok zorlanıyorum. oysa ben onları gerçek kılmıştım. bazıları öyle uzun sürmüştü ki, tek başıma oynuyor olmama rağmen gerçek kılmıştım.

ama şimdi istemeye istemeye, dilimin ucuyla da olsa şöyle diyorum, hayat, benim bildiğim gibi bir şey değilmiş. doğuyoruz, yaşıyoruz ve hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin nedeni yok. hiçbir şey düşünmeye gerek yok, bir şeyler olur, bir şeyler yaşanır, bir şeyler söylenir ve hayat devam eder. çünkü onlar gerçek değil ya da hiçbir zaman büyütülmüş oyunlar olamayacak kadar gerçek ve hiç birinin değeri yok. çünkü kimse onları ciddiye almadı.

bu zamana dek söylediğim hiçbir şeyi kimse ciddiye almadı.
benim oyunlarım, hiçbir zaman gerçek kılınmadı.

kim olduğum hakkında en ufak fikrim yok, bir kez daha. dışarıdan geçen birine ya da anneme, ya da en iyi arkadaşıma falan nasıl göründüğüm hakkında en ufak fikrim yok. o kadar fikrim yok ki, sanki artık bir cismim de yok.

bir arkadaşıma şöyle söyledim, kendim de inanmak isteyerek: "yaşamak direnmektir tatlı kız, evrene bile."

şimdi bunları karala bakalım balık, hepsinin üstünü çiz. kendine sorma artık, "ne var bakalım elinde, dövüş mü, yenilgi mi, bir bulut parçası mı?" diye. o en eski oyundu çünkü, ben yenildim demediğim sürece, beni hiç kimse ve hiçbir şey yenemez.

işte şimdi sıla'nın sesini kulaklarımda duyuyorum: "bir yol ayrımında, bir seçim yapman gerekecek balık" demişti. "öyle bir yol ayrımı olacak ki, belki ender'i öpecekken dönüp gitmen gerekecek. o zaman neyi seçeceksin? o zaman neye dönüşmeyi seçeceksin?"

yok heyecanlanmayın glkdjflgd ender'le öpüşmek üzere falan değiliz çocuklar, öyle bir şey asla olmayacak. ama işte şimdi, dediğim gibi, sıla'nın sesini kulaklarımda duyuyorum... bunca zaman karşı çıktığın, insanların "gerçek hayat böyle bir şey" dediği şeyle senin wonderland'in karşı karşıya. hadi bakalım, ne yapacağız şimdi?

şimdi, şimdi her zaman çantamızı toparlayıp gitmek mümkün.
şimdi yeni oyunlar oynayacağız. şimdi otostopta bizi almayan arabalara kara büyü yapıp tarot falı bakacağız. şimdi tılsımlı kolyemizi evde unutunca bir musibete uğrayacağımıza inanacağız, kendimizi oyalayacak bir şeyler bulacağız.
şimdi en önemlisi, en temel ve en büyük oyun, eski oyunlarımızı da, yenileriyle birlikte gerçek kılmak olacak. çünkü biz bu dünyadan değiliz ve bu insanlar bizi anlayamaz.
çünkü biz kafayı kıralı çok oluyor, göze alamayacağımız hiçbir bok yok ve hayat, biz muhteşemdir, koskocamandır, çok ciddidir ve aynı zamanda koca bir oyundur diyorsak, öyledir.

3 yorum:

  1. of cessie yaaa lisede kalsaydın sen yaaa değil mi, büyükmek hoş değil işte, üzme canını bir de kimse hayatı anlamıyor herkes anlıyormuş rolünde.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Lise yıllarımı çok özlüyorum. Dünya başımıza yıkılmış gibi gezerdik, sorduğumuz sorular geçen beş sene içinde hiç değişmedi, bir cevap bulmaya hala çalışıyoruz. Lisede kalsaydım, hım... Lisede kalmak istemezdim Deep. Bir sürü insan tanıdım, bir sürü şey öğrendim. Ne kadar kapalı ve mutsuz bir hayatım olduğunu geriye dönüp bakınca görebiliyorum ben. Bütün bunlar yaşamamız gereken süreçler, bazılarımız çok dağılmadan göğüs geriyor, bazılarımız biraz sıçıp batırıyor, sonunda da neye dönüşeceksek ona dönüşüyoruz. Ben seviyorum hayatı, kendimi de tüm bu çıkmazlarla hatalarla falan kabul etmeye çalışıyorum. Kendimden iyi bir şeyler çıkarabilirsem çok mutlu olurum, gerisi de mühim değil. Buna katkı sağladığını düşündüğüm hemen hiç kimseye de pek kızamıyorum, herkeslerin canı sağolsun valla.

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;