13 Şubat 2017 Pazartesi

çeşitli kitaplar

Yine birkaç kitap birikti, onlardan şööyle bir bahsedeyim. Sene sonunda dönüp bakınca zihnimde toparlamak daha kolay oluyor. Üç kitaptan ve üç kitaplık bir seriden bahsedeceğim -ki serinin ilk kitabı hakkında zaten yazmıştım. Aslında ikinci ve üçüncü kitaplar hakkında da öteki blogda kısaca yazdım bu yüzden çok üzerinde durmam herhalde.

Öykü okumayı sevmiyorum, okuduğumu da anlamıyorum zaten dedikçe öykü okuyorum, bu ne yaman çelişkidir dostlar ahah. İlk kitap Yanık Saraylar. Bu kitabı Eren'in youtube kanalında görmüştüm ve hayli merak etmiştim. Hiç Türk yazar da tanımayınca, tereddüt etmeksizin aldım. Maksat tanışmak. Yanık Saraylar 90 sayfalık minicik bir kitap. İçinde 6 tane öykü var. Bu öyküler içerisinde en sevdiğim, sanırım Pencere idi. Bir tek onu anlamış da olabilirim. "İki gündür, karşı apartmandaki kadının intihar etmesini bekliyorum. Belki de etmez." diye başlıyor öykü. Gerçekten perdesini aralamaya bile ürkerek karşı apartmanı gözleyen bir adam ve her gün pencereye çıkıp aklından atlamayı geçiren bir kadın var. Biz de bekliyoruz adamla birlikte, atlayacak mı atlamayacak mı diye. Kendi ölümüne duyduğu özlemi kadın üzerinden yansıtıyor karakter, asla cesaret edemeyeceği bir şeyi, bir başkasının eylemi üzerinden tatmine soyunuyor. Kadını atlaması konusunda yüreklendirmesi, her gün bunu beklemesi bundan. Gerçekten, kadın sonunda atladı mı atlmadı mı hatırlamıyorum bile ahahah ama o iç sıkıcı ruh haline tanık olmak, o iki yüzlülüğü görmek falan güzel. İnsana kendisini de hatırlatıyor, kendi ikiyüzlülüğünü, kendi küçük tatminlerini, oldurabileceklerini, olduramayacaklarını vesaire. Öteki öyküleri hatırlamıyorum bile, muhtemelen tekrar okurum bu kitabı.


AŞIRI SPOILERLI YAZDIM SERİYİ OKUMAYA NİYETLİYSENİZ BURAYI GEÇİNİZ BENCE

Bundan sonra Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer serisini okumaya başladım. Her bir kitabı bir günde okumak sureti ile, sanırım üç günde bitirdim bu seriyi. Hani "daha ayrıntılı okumak isterseniz" diye link vermek isterdim ama o blogda da ayrıntılı bir şey yazmadım zaten.

Kitapların hepsi bana kalırsa biraz durağandı. İlk kitapta zaten çok bir hareket beklemiyordum, nadiren müthiş aksiyonlar oluyor serilerin ilk kitaplarında. İki aile var aslına bakarsanız, De Villers'lar ve Montrose'lar mıydı, neydi hatırlayamadım isimleri şimdi. DeVillers'larda oğlanlar, öteki ailede de kızlar zaman yolculuğu yapabiliyor. Bu yetenek bir gen ile aktarılıyor. Gwen de bu ailenin bireylerinden biri. Seneler önce ölçmüş, biçmiş, hesaplamışlar. Herkes kuzeni Charlotte'ın ilk zaman sıçramasını yapacağı günü bekliyor ama beklenen olmuyor ve bu sıçramayı Gwen yapıyor. Geçmiş, gelecek, şimdi, hepsi iç içe geçmiş durumda. Her neyse, diğer ailede de Gideon zaman yolcusu işte. Gwen'in anne ve babası olduğunu çok sonradan öğrendiğimiz bir çift kronografı (zaman yolculuklarını kontrol etmeye imkan sağlayan bir alet) çalıp geçmişe kaçmışlar. Felsefe Taşı'na ulaşmak için bu alete gelmiş geçmiş tüm zaman yolcularının kanını aktarmak gerekiyor. Felsefe Taşı'na ulaşmak mühim çünkü ilk zaman yolcusu ve aynı zamanda aletin mucitlerinden Kont bilmemkim bu taşı çok istiyor ve tüm insanlığın yararına muazzam bir buluş olacağı iddasında. Böylece kızımız ve oğlumuz gereken kan örneklerini toplayabilmek için bir o zamana bir bu zamana sıçrayıp duruyorlar.

Ama kazın ayağı göründüğü gibi değil. Sonradan Gwen'in ebeveynleri olduğunu öğrendiğimiz Lucy ve Paul ile karşılaşınca herkesin kafasında soru işaretleri beliriyor. Bu iki genç insan neden tüm ailelerini, sahip oldukları her şeyi geride bırakıp geçmişe kaçıp saklanmak zorunda kaldılar? Döngünün tamamlanmasını neden istemiyorlar? Döngü tamamlanırsa Yakut'un (Gwen'in yani) başına ne gibi bir iş gelecek? Kont'un esas amacı ne? Bu gibi soruların peşine düşüyorlar.

Bir de Gwen ile Gideon arasında olanlar var tabii. Sen iki yeni yetmeyi süsleyip püsleyip macera dolu balolara gönderirsen onlar da gider birbirlerine aşık olurlar. Ama her zaman olduğu gibi şüpheler, yok efendim kızı korumak için aşık değilmiş gibi davranmalar boklar püsürler gırla. Neyse ki yazar bunu çok abartıp işlerin cılkını çıkarmamış. Her şeyi kararında bırakmış, Gideon'un kaslarından ve mükemmel vücudundan bahsetmeyi ve Gwen'in kendisini aşağılayıp durmasını da. Böylece çok tatlış, çok çıtır çerez bir seri çıkmış ortaya. Gwen'in ölülerle konuşabilmesi de hoş bir detay bir sürü sevimli hayalet de görmüş olduk. Karakterlerin her birini pek sevdim.

Sonundan çok hoşlanmadım. Kont'un kötülüğünün çok sıradan bir kötülük olması, olayların zırt diye çözülmesi, Gwen ölümsüz diye oğlanı da ölümsüz kılmanın bir yolunun bulunması falan benim biraz canımı sıktı. Yine de gökten üç elmanın düşmesi ve herkesin mutlu mesut sonsuza kadar yaşaması kurguya burun kıvırmama neden olsa da acılı bir sona tercih edeceğim bir şey çünkü kendi hayatımdaki aşk acıları ve kalp kırıklıkları yetiyor da artıyor. Bir de kurgusal karakterlerinkini görüp içimi kanırtmak şu aşamada tercih edeceğim bir şey olmazdı.

Bir diğer kitap, Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü.  Bu kitabı yıllar yılı kitapçılarda görüp merak ettim yine roman değil öykü olması nedeniyle almadım arkadaşlar ahaha ama kaderden kaçılmıyor. Utku'da uzun bir süre önce okudu yazdı bunu. Aç kurt gibi takip ettiğim kitap bloglarından biri, biliyorsunuz. Gazze Blues'u falan da okudu o. Onun yazılarına da bir bakın derim o daha dişe dokunur şeyler yazmıştır kesin. Neyse, kitaba geçmeden önce bir küçük sitemim var, ekşi'de de bu sitemime katılanlar olmuş. Keret'in kitaplarını Siren basıyor ve geçenlerde Karahan'da Domuzu Kırmak diye çok tatlı, illüstrasyonlu falan bir kitabını gördüm Keret'in. Çok almak istedim ve fakat almadım çünkü daha bu kitabı okumamıştım ve o kitaptaki öykülerin bunda da olma ihtimali çok yüksekti. Adam pıtır pıtır bir sürü öykü yazmış, pek güzel. Avi Pardo'da pıtır pıtır çevirmiş, bu da pek güzel ama hangi kitapta hangi öyküleri yayınladıklarını bilseler -belki biliyorlardır- de bu daha önce bir kitapta yer verdikleri öykülere başka kitaplarda tekrar yer vermeseler daha iyi olur bence. Zira tam tahmin ettiğim gibi, Domuzu Kırmak bu kitapta mevcuttu ve çok da sevdiğim bir öykü oldu.

Bu da 147 sayfalık minik bir kitap. İçindeki öyküler kısacık, 147 sayfada taaam -sayıyorum şu an-  23 öykü var. Hepsi birbirinden güzel öyküler, kara mizah örneği, harika falan demiş millet yorumlarda, ben de katılıyorum. Gerçekten çok kasvetli ama çok ayarında kasvetli öyküler. Yalnız sonuncu öyküde -uzun öyküydü bu- pek sıkıldım. Ötekilerin her birinden çok hoşlandım. 23 öyküyü tek tek yazmayacağım, en sevdiklerimden bahsedeceğim.

Goodman, nasıl anlatsam... Nasıl anlatmalı dünya dönüyor... Of bu söz öbekleri hep başka söz öbeklerini canlandırıyor zihnimde bazen kendi kendime mırıldanıyorum, şiir okumaya falan başlıyorum -şu an kafamda "hangi yıldız biraz mavi, hangisi biraz yeşil, bana bir sevme yarat Bill" diye Edip Cansever'i mezarında ters döndürmekteyim mesela- umarım delilik emaresi değildir bu. Neyse. Goodman'i anlatamayacağımı fark ettim çünkü özetleyemedim yani. En sevdiğim öykülerden biri diyip geçiyorum.

Duvardaki Delik konusunda çok karmaşık hisler içindeyim. Duvarda bulduğu bir deliğe bir dilek fısıldayan bir adam, melek olmayan bir meleğin ölümüne neden olan bir adam. Çok tuhaf bir öyküydü.

Cehennemden Bir Hatıra, cehennemle normal dünyanın iç içe geçtiği bir dünya. Cehennemden gelen bir yabancıya aşık olan bir kadın.

Rahim, yarabbim bu da çok tuhaf bir öykü. Rahim kanseri olunduğundan rahmi alınan ve müzede sergilenen bir anne, rahmi müzeden kurtarmak için örgüt kuran bir baba, rahim üzerinde yoğun bir takıntısı olan bir evlat.

Domuzu Kırmak, bahsettim zaten, pek naif. Çok istediği bir oyuncağı almak için domuz şeklinde bir kumbarada para biriktirmeye başlayan bir ufaklık. Kumbarayı kırıp parayı kullanma zamanı gelince aslında istediğinin sevgili domuz kumbarasından ayrılmak olmadığını fark ediyor. Ah ah, dileklerimize çok dikkat etmeliyiz. Yanlış dilekler bazen ayrılıklara neden oluyor, kendime de not.

Emniyet Mandalı Açık, savaş söz konusu olduğunda aslında "taraflar"ın olmadığına dair... Savaşın kazananı olmuyor, güçlüsü zayıfı da olmuyor. Savaşta gerçek olan tek şey kayıp, kazanılan savaş bile kaybedilmiştir aslında.

İyi Niyet, sadece şu sözle özetlenebilir, evet, cehenneme giden yol hakikaten iyi niyet taşları ile döşeli.

Borular, yine çok içli bir öykü. Diyor ki öyküde karakter, "içine bir şey yuvarlandığında yok olan bir boruyu ben icat ettim, çünkü bu dünyadan kaybolmayı en çok ben istiyordum." Hani tam olarak bu şekilde söylemiyorsa bile, aşağı yukarı böyle bir şey.

Aman diyeyim bu kitabı kaçırmayın. Ben de bir daha okurum kesin. En azından bu sevdiğim öyküleri kesin iki üç beş kez daha okurum.

Son kitap da Silahşor. Stephen King'in o pek bilinen Kara Kule serisinin ilk kitabı. Biz Aslı ile 12-13 yaşlarında keşfettik Stephen King'i. O zamanlar elimize geçirdiğimiz her kitabını okuma konusunda pek bir hevesliydik ama ben daha o zamandan kendi kendime "Ben bu seriyi okumam." demiştim. Eveth görüyoruz ki bir konu hakkında kesin bir yargı belirtiyorsam 3-5 sene sonra söylediğimin tam tersini yapıyormuşum ahaha. Büyük bir hevesle aldım çünkü bu kitabı.

Stephen King'i severim. Çok dolu bir yazar olduğunu düşürmem hatta inanılmaz çok kitap yazdığı için çok kaba bir tabirle "ay kitap yazmıyor o adam kitap sıçıyor" derim. Kendisi de farkında zaten böyle bize hayatın sırlarını açıkladığı kitaplar yazmadığının. "Bazı yazarlar kendisine bir sorunun yanıtını vermek için yazar, ciddiyetle yazar" diyor. "Bazıları ise okura bir hikâye anlatmak için yazar, ben ikincisiyim." Hakikaten bence de öyle. Ama kaleminin kuvvetli olduğu, yazdıklarının insan zihninde çok net canlandığı da bir gerçek. Neyse dediğim gibi King'i severim. Şu zamana dek okuduğum kitaplarını da hep heyecanla, pıtır pıtır okumuştum. Hayvan Mezarlığı biraz içimi bunaltmıştı, belki o bir istisna olabilir.

Ama Silahşor, Allahım Silahşor... Yani beni öldürdü, beni süründürdü, beni boğdu. Ay bir kere çöldeyiz, bir damla su yok, her yer alabildiğine kum, yol bitmiyor, akıl almaz bir gizem... Hani hem atmosferin boğucu olması, hem olayların asla açıklığa kavuşmaması falan ruhumu daralttı. Olay desen pek bir olay olduğu da yok, anca çölde yürüyüp dağlara tırmanıp karanlık mağaralarda ölmemeye çalışıyorlar. (Eveth, hakikaten hiç olay yokmuş fkjsjkfs. ) Neyse yani kitabı Ankara'ya götürmek zorunda kalmamak için zaaar zor bitirdim, ittire kaktıra. Son 15 sayfada falan biraz merakım uyandı, biraz olaylar toparlanır gibi olduysa da yine hiçbir sorunun cevabını alamadık, o gizem orada net bir şekilde duruyor yani. Bilinmez, bilemiyoruz. Ka nedir, Kule muhabbeti nedir, bu Kule'de kim oturuyor, Silahşor kimdir, hiç birini tam manasıyla öğrenemedik. Seriye devam eder miyim bilmiyorum ama kesin merakıma yenilip devam ederim ya aman.

Benim son zamanlarda okuduklarım böyle. Siz bir şeyler okuyor musunuz? Okuyorsanız ne okuyorsunuz? Manasızca Pamela çalıyor kafamda, bari şarkı da ondan gelsin, n'apalım?


4 yorum:

  1. Yanık Saraylar çok ilgimi çekti, mutlaka bakacağım. Yakut Kırmızı'yı okumayı düşündüğüm için orayı hemen atladım, uyarı için teşekkürler. :D Sevgiler :*

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay hadi bakalım, oku da sen de yaz <3 <3 <3

      Sil
  2. Çok güzel şeyler okumuşsun. İlk kitabı giriş cümlesinden dolayı baya merak ettim çok hoşuma gitti. İkinci bahsettiğin seriyi bu aralar baya gördüm , merak etsem mi etmesem mi karar bile veremedim :). Diğer öykü kitabını uzun zamandır okumak istiyorum, sen de beğenmişsin. Son olarak bence devam et seriye ben seriyi sevdim ve öneririm ara ara sıkacak bazı kitaplar ama genel anlamda çok güzel bir seri :).

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İkinci bahsettiğim seri çok çıtır çerez bir seri, zaten bu tineycır grubuna hitap ediyor sanırım. Ama çok tatlı bir seri. Öykü kitabı gerçekten çok iyiydi. Kara Kule konusunda da, dediğim gibi kesin merakıma yenilirim zaten :D

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;