18 Nisan 2017 Salı

kahve var, sigara var, kitaplar var, ooh mis

Söyleyebileceğim her şeyin bir özeti aha da bu. Ama beni bilirsiniz, konuşmayı pek severim. O yüzden konuşacağım.

Perşembe günü Tuğçe Hoca'yı kıstırıp lab kaçta bitecek diye sordum, iki saat falan sürer dedi. "Ya hocam yapmayın iki saat lab mı olur?" dedim "Memlekete mi gideceksin oy kullanmaya?" dedi. "Evet" dedim. "E neden geçen hafta girmedin o zaman?" dedi. "Çünkü cuma gecesi otobüsle giderim diye düşünmüştüm" dedim "Uçak bileti mi buldun?" dedi. "Yok, beş parasız kaldığım için otostop zorlamayı düşünüyorum." dedim. Hocanın gözleri büyüdü ve "Saçmalama Cessie, aklını mı kaçırdın? Ben alırım sana bilet, otobüsle git." dedi. "Ay hocam çok teşekkür ederim ama gerçekten gerek yok, hiç yapmadığım bir şey değil" dedim güldüm. Hoca "Bunu yarın konuşuruz" dedi, ertesi gün dersten sonra beni yanına çağırdı, otobüs bileti aldığıma dair bir kanıt görmeden de yakamı bırakmadı. Bunu "otostopa önyargılı" bir bakış olarak algılayıp, "insan yaşamına kısıtlayıcı bir müdahale" olarak görüp yarı sinirli, yarı alaylı bıyık altından gülmek de insan olmanın bir yolu tabii ama, insan eylemlerinden sevimsizlik damıtmaktansa, altlarında yatan "gerçek" iyi niyeti görmeyi tercih ediyorum galiba ben. Çünkü bu da insan olmanın bir yolu ve galiba, daha rahat bir yolu. Sevindim. Canım Tuğçe Hoca.

Perşembe günü ekoloji sınavında Selim Hoca başıma dikildi ve kâğıdıma bakmaya başladı. "Hocam bakmayın öyle, geriliyorum" dedim. "Alala" dedi aldı eline soru kâğıdını incelemeye başladı. "Yav hocam versenize, bakmayın diyorum" diye hamle yaptım, kaçırdı ve şöyle dedi: "Feysbukta bir şeyler yazıp duracağına oturup çalışsaydın, allala" fkjdshnkjfds. "Hocam siz nereden biliyorsunuz ya-" dememe kalmadı "Gözüm yok mu benim, görüyorum." diye yapıştırdı, kâğıdı önüme bıraktı ve sırıtarak uzaklaştı. Bölümde tanınmak en istemediğim şey evet, bölümde hocalar tarafından tanınmaksa korkulu rüyam. Ama tanıyorlar, hem de feysbuk paylaşımlarımla tanıyorlar. Hacettepe biyolojide akademik kariyer düşün(e)memek için bir neden daha djkjskds.

Cuma günü akşama dek kızlarla oturduk. Onlar eve geçti, ben Blues'a geçtim. Çünkü gecenin köründe otobüsüm vardı ve o vakte kadar sokaklarda sürtmek zorundaydım. Önceki gece hiç uyumamıştım, haliyle ölüyor gibiydim. Seyhan'la Ece geldi, eşli maç yapalım dediler. Onlarla Caretta partide tanışıp sonra hafızamdan bunu silmişim fjdhskjfds yeniden tanıştık. İsmail Abi ile eş olduk. HER BİRİNİN AĞIRLIĞI FARKLI OKLARLA EFSANE ATIŞLAR YAPTIM ÇOCUKLAR.

İsmail Abi sessiz ve yalnız bir adam. Ne zamandır kesiyordum onu ama salça olmaya cesaret edemiyordum. Tuhaf bir adam çünkü. Kafasına ters taktığı bir kasketi, sivri burunlu çizmeleri ve deri yeleği var, daha ne söylemem gerek bilmiyorum. Konuşurken kekeleyen, utangaç, panik atakla ve çeşitli anksiyetelerle boğuşan tatlı bir adammış halbuki.

Sigara içmek için dışarı çıktım. Eser Abla ve Aydın'ın da aralarında olduğu bir grubun masasına çöktüm ve referandumu tartışmaya başladık. Aydın "Gezi hakkında ne düşünüyorsun?" dedi, "Müthiş bir şeydi" dedim. Kendi jenerasyonumun başına gelmiş en güzel ve en kötü şeydi Gezi. "Peki" dedi "sizi etkiledi mi, sizin yaş grubunuzu yani?" dedi. "Etkilemez mi Aydın?" dedim. "Apolitik kişiliğime büyük darbeler indirdi." fkdjskfds. Angara underground adulta biraz yaşam istenci, biraz umut aşılamaya çalıştım bir müddet, otobüsümün kalkmasına 15 dakika olduğunu fark edince taksi bulmak için ışık hızıyla sokağa koştum. O gece üç biraya 9 lira ödedim, nasıl oldu bilmiyorum fjksjfds. Diğer ikisini birileri mi ısmarladı anlamadım.

Yetiştim otobüse. Tüm gece müzik dinledim, biraz uyudum da. Sabah otobüsten indiğimde çok sersemdim, Adana'da yağmur yağıyordu. Durağa doğru yürüdüm ben de gri Adana'da, çiseleyen yağmurun altında.

Eve geldiğimde durakta, elinde şemsiye, beni beklerken buldum babamı. Tuhaf adam babam. Geçenlerde defterlerimden birine "çocukken beyaz atlı prenslerimiz yoktu, büyüyünce de olmadı. Biz de prenses değildik zaten, hiçbir zaman babalarımızın prensesi olamadık." yazmıştım. Haksızlık mı ettim bilmiyorum.

Kendisi de söyler, beni oğlan çocuğu gibi yetiştirdi babam. Acizliğe tahammül edemez, ben de edemem. Hiçbir zaman bir oğlandan daha aşağıda olduğumu düşünmeme neden olacak bir tavır sergilemedi, aksine, onun tavrı hep "o yapıyorsa sen de yaparsın" şeklindeydi. Böylece, okula ilk başladığım zaman yaptığı ilk şey, oğlan çocukları ile dövüşürken dikkat etmem gereken püf noktaları (kaval kemiğine ayakkabının burnuyla okkalı tekme at, pipilerine vurma, burnuna yumruk atabilirsin gibi) sıralamak olmuştu. Babamın öğütlerini çokça uyguladım hayatım boyunca, zira oğlan çocukları ile çokça dövüştüm. Bir keresinde Nimet, yüzme kursu dönüşünde sıkıştırdı beni. Ufak bir çocuk değildim ama Nimet benim 2 katımdı. Benden daha iri olduğu gibi, benden daha güçlü olduğunu da biliyordum. Beni kıstırmak için fırsat kolladığını da biliyordum. İtti beni, ben de kıçımın üzerine düştüm, bir süre de havada uçtum galiba düşmeden evvel. Çok sinirlendiğimi, biraz çaresiz hissettiğimi hatırlıyorum, biraz da ağlamaklı olmuş olabilirim, ama ağlamadım. Kalkıp oğlanın üzerine fırladım. Küçük sokak kavgamızı bir teyze ayırdı, 10 yaşındaydık.

Dolayısıyla bir prenses gibi yetiştiğimi düşünmek için bir nedenim yok. Küçük prensesler kırılgan olurlar, güzel olurlar, korunurlar. Biz ne kırılgan görünüyorduk, ne güzel, ne de korunmasız. Yine de babamın bana karşı yaklaşımı hep evet böyle olmuştur. Çantamı taşır, şemsiyemi tutar, otobüste yer vermeye kalkar (reddediyorum, daha neler) vesaire. Dolayısıyla insanların bana "hizmet etmesi"ni asla yadırgamıyorum, hiçbir zaman fjdsjkfds. Yani, bence dünyadaki herkes bu iş için var olmuş bile olabilir, Mert asla anlayamıyor bu rahatlığımı. Yani beyler, tam 23 senedir üzerime titreyen (öfke anlarında hırpaladığı da olmuştur ama), müthiş saygılı ve müthiş ince bir aşığım var, o yüzden çıta hayli yüksek. Haberiniz olsun fksjldfs. Neyse.

Eve gidince kahvaltıya oturduk, oturur oturmaz bizimkileri sıkıştırmaya başladım. Babamla müthiş bir tartışma (kavga değil), annemle de ve kendim de hayret ediyorum ama bizim ev referandum konusunda ortak bir karara varmayı başardı. Kişisel zaferimdir ahahah.

Sacit Abi'm biraz darlamaya kalktı, televizyon bağırıyor, o bağırıyor, ben geriliyorum. "Ay tartışmayacağım seninle" dedim "Bilinçsizsin" dedi. "Yav he ok, bilinçsizim" dedim ben de. Sonra kızıyla konuştuk, kızıyla konuştuğumuzda onlar evimizden ayrılmıştı, iyi ki de ayrılmışlardı çünkü üzerine falan atlayabilirdim adamın.

Gupse, bizim eve yerleşti çünkü sağlık meslek çıkışlı ve Adana'da bir hastanede çalışıyor. Bir erkek arkadaşı var. Onunla gelecek hayalleri kurduğundan üniversiteye gitmeyi tercih etmedi. Geçenlerde ailesine bunu açmaya muvaffak oldu, evde kıyametler koptu. Annem müthiş yatıştırıcı bir rol oynadı. Oturup dinliyor da çocuğun aşk sorunlarını, benden talimli çünkü. Annem şu an gençlerin sevgilisi fkjdsfs benimle sınandıktan sonra her şeyi normal karşılamaya başladı çünkü. "Ay ne kadar abarttılar, çocuğun sevgilisi olur tabi, 19 yaşında, olmasa tuhaf." gibi bir yorum getirmişti mesela bu duruma. Onları da telkin etmiş herhalde "normaldir, normaldir" diye. Çünkü benden "Anne birlikte uyuduk, o kadar tatlıydı ki", "Anne ne kadar güzel dudakları var değil mi, keşke daha çok öpseymişim" gibi kalbini tekleten şeyler dinliyor ahahaha.

Neyse dediğim gibi bu mesele ailesiyle yaşadığı ilk fikir ayrılığı ve çatışmaydı Gupse'nin. Hep uslu bir çocuk oldu o, hiçbir zaman bizim gibi değildi. Ailesine hep çok değer verdi, söylediklerini sorgusuz sualsiz kabul etti. Onlarla çatışmadı, tartışmadı, karşı çıkmadı, bu meseleye kadar. Ağlamış Sacit Abi'm, çok üzülmüş kızcağız. "Ay bakma sen ona, büyüdün diye hislenmiştir, sevgilin var diye ağlamıyor" dedim. "Hayır hayır" dedi. "Ay biliyorum ben" dedim fjkdkgfd. Küçük kuzenlerle büyük kuzenler arasında bir köprüyüm adeta, hepsinden haberim oluyor, kim ne yapmış, neye ağlamış neye gülmüş biliyorum fkdjskfds. Biraz duygu sömürüsü yapmış çocuğa seçimlerle ilgili, sonra da gitmiş oyuna direkt olarak müdahale etmiş. Kızın verdiği oydan memnun olmayan sevgilisi kızı terk etmiş, bu yavrum da göz yaşı döküyor. Ben de bir yandan kızlarla mesajlaşıyorum "SANDIKLARIN % KAÇI AÇILDI, DURUM NE?!" diye bir yandan çocuğu telkine çalışıyorum, bir yandan sinir krizi geçirmemeye çalışıyorum...

Annelerimiz fedakâr kadınlar. Bize de hep bunu öğretmeye çalıştılar. Ben eğitilebilir değildim, hiç olmadım, o yüzden annem başarılı olamadı. Emine Yenge oldu biraz başarılı. Buyrun işte bu gün sevgilisi ile babası arasında bocalayan, kurtarmazsak gelecekte kocasıyla babası arasında bocalayacak ve bu süreçte kendi isteklerini, kararlarını, hislerini hep bir kenara bırakacak, görmezden gelecek, belki de bir süre sonra bunları kendisine bile sormayacak bir kadın yetişiyor. Ayakta alkışlıyorum.

Otogara Mecit Abi'm bıraktı beni, onunla da çok konuşmadık. Zaten böyle şeyler, öyle şeyler, her şeye sinirlenmiştim. "Sohbet edemedik hiç Cessie" dedi. Son sohbet ettiğimizde 15 yaşındaydım demedim. Sanki senelerdir kavgayla sonuçlanmayan herhangi bir konuşma gerçekleştiriyoruz da, demedim. "Bi dahakine ederiz." dedim. Sinemis'le sohbet etmeyi tercih ederim, almış götürmüş bütün Harry Potter kitaplarımı, çılgınca okuyormuş, benimle tartışmak için de sabırsızlanıyormuş.

Büyürken yanında olamadığım için üzüldüğüm iki çocuk var, Jankat ve Sinemis. Bunlar, sülalenin IQ'su üzerine tahminde bulunduğumda ailemizde bir sapma yaratan çocuklar. Bu çocuklar konuşmaya başladığından beri biliyorum ben bunu. Müthiş alaycı, müthiş açık sözlü ve müthiş hassas çocuklar. Jankat hırçın biraz, oğlan çocuğu diyedir belki. Sinemis resmen dingin. Sinemis hatta olgun. Ve enteresan bir şekilde, bir mevzuda söylenmesi gereken şeyi çocuk diliyle, söyleyebileceği en net şekilde söyleyebiliyor. Sanatla çok ilgili. Resim yapmayı çok seviyor ama keman çalmayı daha çok seviyor galiba. Çok yönlü, spordan ve tiyatrodan da hoşlanıyor. Ablasına nazaran daha özgür büyüyor, kendisini de daha rahat ifade ediyor. Çok da sevgi dolu. Bakalım ergenliği nasıl geçecek ahahaha.

Bir keresinde burnumu deldirdim diye Mecit Abimle müthiş bir kavgaya tutuştuk. O kavgadan sonra küstük ve ben yanlışlıkla intihar edene kadar da barışmadık, biliyorsunuz. Herkesin gerilip patladığı sonra herkesin sinirli sinirli sustuğu o anda, Sinemis bir şekilde, ne kadar kırıldığımı fark etti. Babasına baktı, onun da kırıldığını fark etti. Kucağıma oturdu, suratıma dokundu ve şöyle dedi: "Üzülme, sen çok güzelsin." Sonra da bana sarıldı. Böyle bir kız çocuğu.

Jankat'ın hadisesi de, eylemleri üzerinde ilginç bir bilince ve iç görüye sahip olması. Oğlan çocuğu 4-5 yaşlarındaydı daha. Abisiyle oyun oynuyordum ve sürekli gelip saçımı çekiyor, bana tekme atıyor, kafama falan vuruyordu. Sonunda bunu yakaladım kolundan, güldüm ve dedim ki "Niye bana kötü davranıyorsun? Oysa ben seni çok özlemiştim." Gözümün içine baktı ve basitçe açıkladı: "Seni kıskanıyorum, benimle oynamanı istiyorum." Çok net. Bu iç görüye ve açıklığa benim diyen yetişkin sahip değil. Hadi açıklığa sahip olmamaları yetişkin olduklarındandır belki de, bu farkındalıktan yoksun oluşları ne onu bilmiyorum, ya zeka ya da cesaret eksikliği herhalde. Ya da ikisi birden.

BEYLER BAKINIZ TEKRAR EDİYORUM, ÖNCE BABAM, SONRA JANKAT, TARİHTE ÇOK KALİTELİ AŞIKLARIM OLDU, BAKIN ÇITA ÇOK YÜKSEK FDJSHKGFD.

Dönüş çileliydi. Pencere kenarında koltuk bulamadım. Yanımda oturan kız sığırdı, herkes kötü kokuyordu. Muavin andavaldı. Küçük ekranları açmadıklarından telefonumu şarj edemedim. Bok.

Direkt okula geçtim, salaktan ders anlattı hoca, yoklama aldı ve saldı bizi. 1 saat sürmedi ders. Çok net söylüyorum: BU YAPTIĞI AYIP.

Sonra Kızılay'a geçtik. Ceren Starbucks'ta oturmuş ödev yapmaya çalışıyordu. Kahve içtik, "Hey gidi heeey" dedim "Starbaksta kahve içtiğim günleri de mi görecektik, bir yenilgi daha." fkjdskfs. Herba Life bokuna bulaşmışlar, sütle ıbık zıbık bi' şeyler karıştırıp içiyorlar. Kilo vereceklermiş. Hepsine akıl sağlığı diliyorum vallahi.

Gergin kızlar. Sonuçlardan memnun değiller. Ceren "Keşke her şey bir anda olsaydı" dedi. "Bir sürü yeni şeye uyansaydık, böyle beklemek daha zor. Ne hale geleceğimizi bilememek çok zor." Yani ben her zamanki gibi umut doluyum. Vakti zamanında Cansu'ya da söylemiştim zaten, ışık karanlıkta yakılır. Ülke korkunç bir yerlere sürüklenebilir ama tuhaf bir kabulleniş içindeyim. Her birey gibi, her toplumun, her siyasal yapılanmanın da ömrü var diye düşünüyorum. Tarih boyunca hep böyle oldu, yaşayan ilk nesil biz değiliz, son nesil de biz olmayacağız. Umutsuzluğa düşmeye, paniklemeye gerek yok. Koşullar değerlendirilir, yapılabileceğimiz ne var diye bakılır ve yapılabiliyorsa yapılır. Herkesler de sakin olsun bence.

İkinci kahvemi içiyorum. Kitap da anlatacağım şimdi. Müthiş keyifli kitaplar okuyorum çünkü. Şu elimdeki kitabı da bitirip öyle yazacaktım kitap yazısını ama sabredemedim.

İlki Ve Ayna Kırıldı. Daha önce de söylemiştim 12 yaşımdan beri okuyorum Agatha Christie. Çok sakin polisiyeleri var. Böyle sakin polisiyeleri çok kanlı, çok çetrefilli, aşırı psikopatlık barındıran polisiyelerden daha çok seviyorum çünkü o hayatın daha ender bir ucu. Genelde cinayetler saçma sapan ve amaçsız bir şekilde işlenir, ya da çok basit amaçlara hizmet eder. Klişe ve sıkıcı, kıskançlık, para muhabbetleri, bir anlık panik ve öfke kontrolü zayıflığı. Yani komik, şaka gibi. O yüzden herhalde.

Tüm kitaplar birbirine benziyor, hepsini de hatırlayamıyorum aslına bakarsanız. Kitapçıda kitap alırken zorlanıyorum biraz, o yüzden liste yaptım. Rastgele de almayacağım kitapları, kronolojiye dikkat edeceğim artık çünkü bu kitapta Miss. Marple'ın yaşlandığını görüyoruz. Başta çok sinirlendim ve gerildim o yüzden, parlak zekâsında bir sönmeye tanık olacağız diye çok korktum. Miss Marple'ın yaşlanmasının yarattığı acı > aşk acısı. İkincisine hem talimliyim, hem de daha az hazin yani, Goodreads'de de belirttim bunu ahaha. Neyse ki tanık olmadık böyle bir şeye.

Ünlü bir oyuncunun, eşiyle birlikte kasabaya taşınması ile başlıyor olaylar. Bir dizi cinayet işleniyor, ünlü aktris tehdit mesajları alıyor. İçlerinde Mss Marple'ın yeğeninin de bulunduğu iki polis memuru cinayeti çözmeye çalışıyor. Bakıcısının elinden kurtuldukça bizim yaşlı kurt da dahil oluyor bu gizeme tabii.

Bir gecede falan bitirdim galiba, soluk soluğa ve Miss Marple'ın bakıcısı ile çekişmelerine kıkırdayarak okudum. Müthiş keyifliydi, hatta şu ana dek okuduğum en keyifli Agatha Christie kitabıydı belki de. Seviyorsanız kaçırmayın.

Okuma şenliğine de dahil ettim, pembe kapaklı kitap kategorisine. Mormuş gibi görünüyor ama arka kapağı PESPEMBE, baskın renk bence kesinlikle pembe ahah.

İkincisi Mit ve Anlam. Strauss antropolojide yan dal yapmaya başladığımda ismini duyduğum ve okumaya da niyet ettiğim bir antropologdu. Bu kitabı da mitoloji ile ilgilenmeye başlayınca alayım demiştim ama sonra Mert çöktü bana ver bana ver diye.

Biliyorsunuz antropolojide yapısalcılığın kurucusu. Antopolojiye önemli bir bakış açısı kazandırmış, varoluşçular tarafından hayli eleştirilmiş, önemli bir adam. Bu kitap da CBC radyosu için verdiği bir röportajdan derlenmiş, minik ama zengin bir kitap.

Önsözde adamın akademik yaşamı ile, çalışmaları ile ve yapısalcılıkla ilgili çeşitli açıklamalar var. Sonrasında yanıtladığı temel sorular listelenmiş, her bir bölüm, her bir soruya yanıt veriyor.

Strauss dediğimiz adam yapısalcılık ile aslında "ilkel kültür" kavramını yok ediyor. Ona göre kültürel evrim tek bir yol izleyen bir mekanizma değil. Dolayısıyla daha önceki görüşlerin aksine, ilkel dediğimiz toplumlar aslında kültürel evrimin daha alt basamakları değiller. Sadece seçilmiş farklı yollar. Her birinin kendi içerisinde bir sistemi, artıları ve eksileri var ve tüm bunlar, kültür çerçevesinde incelenip yorumlanmalı.

Strauss'a göre birey içinde yaşadığı toplumdan bağımsız düşünülemez, toplumun dışına çıkamaz. Dolayısıyla hiçbir zaman kendi toplumuna yeterince dışarıdan bakamayacaktır. Ne olursa olsun, o toplumun bir ürünüdür. Hem bilinçli düşünce, hem de bilinç dışı toplum tarafından şekillendirilmiştir. Çünkü dil vardır, sözsüz iletişimde sorgulanmadan sürdürülen jestler vardır, aslında hepsi de kültürü oluşturan ve derinlemesine incelendiğinde anlam barındıracak olan birer parçadır.

Teker teker mitleri açıklamıyor, mitler -tırnak içinde- ilkel insan için ne anlama gelirdi, bizim için ne anlama gelmeli, altında ne arayabiliriz, nasıl arayabiliriz ve ne bulabiliriz'i açıklamaya çalışıyor. Bunun yanında toplumla, insanla ve hayatla ilgili minik güzel noktalara da temas ediyor. Çok keyif alarak okudum. Konuyla ilgileniyorsanız bunu da kaçırmayın. Bunu da okuma şenliğine dahil ettim, 200 sayfadan kısa kitap kategorisine.


Bahsedeceğim üçüncü ve son kitap Sade. Begüm Başoğlu ve Ege Erim isimli iki arkadaş yazmış. Sanırım Begüm Başoğlu'nun bir kitabı daha var, henüz incelemedim.

Hayatımı biraz sadeleştirmek istediğimi söylediğimde Cansu, Aylin'in bu konuyla alakalı olduğunu söylemişti. Ben de bir gün bölümde Aylin'i kıstırdım ve konuştum bu konuda onunla. Çok tatlı çok naif bir kız Aylin, söyledikleri de çok mantıklıydı. "Bir ara çok fazla alış veriş yapıyordum Cessie" dedi. "Özellikle kozmetik ürünlerine inanılmaz paralar harcıyordum. Bir süre sonra hem maddi açıdan, hem manevi açıdan yetmediğini gördüm, üstelik tüketiyordu" dedi. "Birkaç kitap okudum, kafamda sadeleşme fikrini öyle oturttum. Şimdi normal boyda bir sırt çantası ile günlerce yaşayabilirim." dedi. Kitabı da o getirdi.

Kişisel gelişim kitaplarından hoşlanmıyorum. Bu kitap da biraz o ayarda. Aslında kızlar insanlara ışık tutalım diye de yazmamışlar kitabı, sadece kendi deneyimimizi, yaşam tarzımızı, fikrimizi derli toplu bir şekilde anlatalım demişler. Bu açıdan başarılı da olmuşlar. Maddeler halinde sıralamışlar hayatımızdaki fazlalıkları, kıyafetlerden başlamışlar.

Beni de harekete geçirecek, bu gün kıyafetlerimi ayıracağım. Kullanılamaz durumda olanlar, kullanılabilir olup da kullanmadıklarım, sevdiklerim, sevmediklerim, öbekleyeceğim. Kullanılabilir olup kullanmadıklarımı da birilerine vereceğim. İlgileniyorsanız 36-38-40 beden kıyafetler mevcut ahahaha. Ayrıca bunları verebileceğim birilerini biliyorsanız, onları da yazabilirsiniz.

Yalnız kıyafet değil, kitap kalabalığı da çözülmeli. Onu zaten yapmaya çalışıyorum, kitap istiflemek anlamsız, kitapları paylaşmak lazım. Kopabildikçe dağıtıyorum millete, yine de zor oluyor.

İnsan kalabalığı konusunu çözmeye henüz hazır değilim ama o konuda da ilerleme kaydedebilirsem süper olacak.

Şimdi Kovboy Kızlar Da Hüzünlenir'i okuyorum, nefis nefis nefis. 80 sayfa kaldı. Ondan sonra herhalde Büyük Umutlar'ı okuruz, Ebru ile çeşitli fikirlerimiz var. Birlikte okumalar yapsak, birlikte yazsak falan diyoruz, bakalım. Utku'nun blogunda Türk yazar avına çıktım, okuma şenliği için yine ahahah. Size bir de şarkı bırakayım, bahar geldi, enseyi karartmayın:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;