24 Eylül 2017 Pazar

üj bej kitap daha

Bundan bahsettim sanırım, sağda solda da yazdım. Biz Olimpos'tayken kampa hırsız girmiş, ortalıkta yalnızca benim çadırım olduğu için benim çadırımda bulduğu her şeyi çalmış. Çalınan şeyler öyle tuhaf ki, hani hiçbir şekilde anlam veremiyorum bu hırsızlık olayına. Umut'un çadırı, Evrim'in kupası, benim tüm kitaplarım, kalemliğim, dolayısıyla kalemliğimin içindeki kuru boyalar, mızıkam, ağız arpımız, günlüğüm, kampta iki sene önce tanışıp ikinci yıllarını kutlayacak olan Sevinç ve Berk'e yazdığımız küçük notlar, hepsi gitmiş... Arazide bulduğumuz salak bi çocuk güneş gözlüğü ve şampuanım ve duş jelim de gitmiş. Bu hırsıza sesleniyorum, bana ulaş! Seni çok merak ediyorum hırsız, üç milyar senaryo yazdım kafamda, bunu nasıl ve neden yaptın, kampı nasıl buldun? Dolaptaki sucukları da sen mi çaldın?

İlk bahsedeceğim kitap, Dünyaya Orman Denir. Bunu almaya çok niyetlenmiştim, Mert bıraktırmıştı bir akşam Arkadaş'ta debelenirken. Kampta Zeliha'da gördüm ondan ödünç aldım. Benim çadırımda kalmış, bu da çalındı...

Vietnam Savaşı'na bolca göndermede bulunduğu söyleniyor Le Guin'in. Tarih bilgim pek sefil olduğundan bu açıdan yorum yapamayacağım. Ama tüm bir insanlık tarihine bir atıf olabilir, her türlü sömürgeye uğramış küçük topluluğa benzeştirebilirsiniz.

İki ırk bahsi var burada Arzlılar ve Athshe insanları. Arzlılar normal insan, bizim gibi. Athshe insanları ise dev ormanlarda yaşayan daha ufak boylu, yeşil tüylü, uysal, konuşmadan anlaşabilen, uyurken ve uyanıkken düş gören ve düşü gerçek kılabilen insanlar. Makineleri ve fabrikaları yok, ateşli silahlara sahip değiller ama doğadan gelen doğayla büyüyen ve yeşeren bir bilgeliğe sahipler.

Arzlılar bu dünyayı keşfediyor ve hem kendilerine yeni bir yaşam alanı açmak hem de bu ağaçları ahşaba dönüştürerek kullanmak niyeti ile ülkeyi talan etmeye başlıyorlar. Bu esnada bu ırka da düşüncesizce zarar veriyorlar, erkekleri köle olarak kullanıyorlar, kadınlara tecavüz ediyorlar vesaire. Daha önce hiç savaşmamış ve savaşmayı düşünmemiş bu ırk ellerini ovuşturmak ve korku duymak dışında bir şey yapamıyorlar başta. Ama ağaçlardan vazgeçemezler çünkü onların dilinde dünya demek, aynı zamanda orman demek. Bunun böyle olması çok makul, Le Guin değiniyor çünkü, evet bunca ağaç olmasının bir nedeni vardı. Her türlü uyarlanmanın mantıklı ya da mantıksız bir nedeni olur. Bu coğrafyada, iklimi ve korkunç yağmurları dolayısıyla ağaçlar olmadan yaşamak mümkün değil zira. Ağaçlar yağmurun hunharca toprağa düşmesini, seli ve toprak erozyonunu önlüyor aslında, buradaki insan popülasyonuna güvenli bir sığınak, doğal bir çatı yaratıyor. Arzlılar bunu bilmiyor, yerel ırk bu iklimi tanıyor, ağaçların gerekliliğinin farkında.

İçlerinden birinin karısına, yüksek rütbeli askerlerden birinin tecavüz etmesi, kadıncağızın bu sırada ölmesi, minik Athsheliyi çıldırtıyor ve büyük bir öfke ile saldırıyor askere. Her şey böyle başlıyor, içlerinden biri ilk kez savaşı düşlüyor. Bu yüzden tanrı ilan ediliyor, daha önce hiç düşlenmemiş bir şeyi düşleyen, yaratan, yaratıcı.

Böylece bir isyan örgütleniyor ve iki ırk arasında bir savaş başlıyor.

Çok minik bir kitap ve Le Guin'in bunca şeyi bu kadar minik bir kitapta toplaması hoş. Öykünün güzelliğinden mi nedir, yine de yetersizmiş izlenimi veriyor. Ama anlatımı, öykü boyunca süregelen kırılganlık falan harika. Ben çok sevdim, siz de bakabilirsiniz.

Bahsedeceğim ikinci kitap Tante Rosa. Kuzenimin düğünü için beş günlüğüne Adana'ya geçmiştim. O arada Büşra ile buluştuk, bana bunu hediye etti. Sevgi Soysal hiç okumamıştım daha önce, çok sık duyduğum ve hep olumlu yorumlara rastladığım bir kitap olması sebebiyle de çok merak ettiğim ve almayı düşündüğüm bir kitaptı zaten. O sebeple çok mutlu oldum.

Büşra'yla Taş Mekan'da oturup bira içtik. Bülent dayı da geldi sonradan, mekanın sahibi. Bir yerlerde bir arazi falan almış, bir takım planları var, sır gibi saklıyor. "Neyse ben gelir çökerim her türlü beni ilgilendirmez" dedim. Çok tatlı bir herif. Gel senin vosvosa atlayıp yol yapalım diyorum, olur diyor ama beni sallıyor mu ciddi mi hiç anlamadım ahahah. Neyse neyse.

Eve geçer geçmez okumaya başladım bunu. Nedense pek melankolik bir kitap beklemiştim, kadın olmak, kadın olmanın zorlukları falan filan diye bahsi geçtiğinden galiba. Değildi. Çok kolay okunan, eğlenceli bir kitaptı. Ama ben bu karakteri sevemedim. Tante Rosa, kalıpları yıkmış, özgürce yaşamış bir kadın olarak anlatılıyor hep. Ama bana hiç öyle hissettirmedi kitap ve öykülerdeki gidişat. Yaprak gibi oradan oraya savrulan, aklı beş karış havada, mutlu oluş ile mutsuz oluş arasındaki farkı da sezemeyen, bir tuhaf kadın Tante Rosa. Salt güdülerine uyarak yaşayan, yaşlanan, cefa çeken bir kadın. Belki bu bilinçsizlikten ötürü onu sevmeyişim. Ne bir şeylere baş kaldırdığının ne bir kuralı yıktığının ne de bunun bedelini ödediğinin farkında. Belki harika olan da bu hiçbir şeyin farkında olmayıştır ama ben onu güçlü bir kadın karakter olarak göremiyorum. Bana kalırsa, kitap boyunca Tante Rosa'nın budalalıklarından sıyrılıp kadın-toplum ilişkisine odaklanmak da çok zordu. Velhasılı, beni pek çekmeyen, pek etkilemeyen bir kitap oldu.

Aynı gün kitapçıya gittik Büşra'yla. Netoçka Nezvanova'yı aldım. "Aha" dedim, "bunu duymamıştım bile! Neymiş hemen bakmalıyım!" Dostoyevski'nin sürgüne gönderilmesi ile yarım kalan bir romanıymış, arka kapakta gayet okunaklı puntolarla belirtilmiş olmasına rağmen, hangi akla hizmetle "Yok canım o kadar da tamamlanmamış değildir" diye düşündüm bilmiyorum ahahahah. Ya kitap tamamlanmamış işte, TAMAMLAYAMAMIŞ ADAM yani tamamlanmamışlığın azı çoğu mu olur, sen niye kendini kandırıyorsun şimdi durup dururken Cessie?! Velhasılı evet, bunu yaptım arkadaşlar. "O kadar da tamamlanmamış değildir canım, en fazla ne kadar tamamlanmamış olabilir ki" diyerek aldım kitabı. Tante Rosa'dan sonra bir heves okumaya başladım, otobüsle Antalya'ya geçerken otobüsteki küçük televizyonun ışığı ile falan kıvrana kıvrana okudum. Sonra kampta da devam ettim okumaya ve ne oldu biliyor musunuz? ÇAT DİYE BİTTİ KİTAP. EN HEYECANLI YERİNDE ÇAT DİYE BİTTİ! Neden? Çünkü yayınevinin dürüstçe belirttiği üzre TAMAMLANMAMIŞ BU ESER. Olduğu kadarını basmışlar. Hâlâ kabullenemiyorum bu durumu ahahaha tadı o kadar damağımda kaldı ki.

Bu da çalındığı için karakterlerin isimlerine bakamayacağım, çok detaylı da anlatamayacağım ama, yetenekli bir adamın, sanatçı olma yolunda kimi zaman korkaklığa kimi zaman narsistik bir güvene kapılması nedeni ile kendisini piç etmesi ve bu salağın eline düşen, sonra da kırılan dökülen bir aileyi okuyoruz. Bu aile bireylerinden biri ana kahramanımız Netoçka. Sonra anneciği ölüyor, ruh hastası histerik kemancı üvey babası bunu bırakıp kaçıyor, üç beş gün sonra o da ölüyor ve bir aile bu kızcağızı himayesi altına alıyor. Sonra anlaşılıyor ki Netoçka'nın harika bir sesi, müziğe de büyük bir yeteneği varmış. Tam onun müzik eğitimini, bu sırada içine düştüğü buhranları falan saçımızı başımızı yolarak okurken, himayesi altına girdiği ailedeki bir aşk skandalını öğreniyor. Ay tam bu patlak verecekken de hop diye bitiyor kitap.

Öyle akıcıydı, öyle güzel bir kurgu söz konusuydu ve her bir karakter öyle nevrotik, histerik ve canlıydı ki arkadaşlar, NASIL OLABİLİR BU, GÜÇLÜ KALAMIYORUM. Dostoyevski'yi sürdünüz, kitabını tamamlayamadı ve şimdi de ölü. YANİ BU HİKAYE ASLA TAMAMLANMAYACAK. Allahım sanatçıları her türlü yasa ve kuraldan muaf tutan bir yasa istiyorum. İster atom bombası yapsınlar, ister seri katil olsunlar, ister kitlesel ayaklanma örgütlesinler ama rahat bırakın şu insanları da bari eserlerini bitirsinler yahu! Her şey geçiyor, ölecek olan ölüyor, kalacak olan kalıyor, insanoğlunun aptallığı her çağda sürüyor, bunu kabullenelim de bari sanattan mahrum kalmayalım. Kitaplar tamamlansın, kitaplar yarım kalmasın. TAMAMLANMIŞ BİR DÜNYA İÇİN EL ELE!

Neyse bu olaydan ötürü hem yazara hem de tüm dünyaya biraz kinlendim, bunu telafi eder umudu ile de Budala'ya başladım. 12 yaşında iki ciltlik koca Suç ve Ceza'yı soluksuz okuyup bir daha da senelerce Dostoyevski okuyamamıştım, bu çok saçma, farkındayım ama böyle oldu. Şimdi, ama şimdi, neden onun Dostoyevski olduğunu anlıyorum. Dehasını fark ediyorum, herkes onu sevmekte haklı ağğ.

Bunu da dün değil önceki gün Dost'tan aldık. Hem Virginia Woolf'u pek sevdiğimden, hem bu benlik muhabbeti ilgimi çektiğinden okumak istedim ve de bir solukta okudum. İçinde bulabilecekleriniz, aslında bulmayı umduğunuzdan farklı olacaktır. Çünkü direkt olarak insan benliği üzerine düşünceler yok kitapta, asla yok. Ama bununla beraber fazlası var.

Kurmaca nasıl yazılır, bir kitap yazmada önemli unsurlar nelerdir, bir sanatçı, sanatını icra ederken neyi temel almalıdır, (ki bu sorunun yanıtı Woolf için daima "kendisini, ama dürüstlükle" oluyor ki çok katılıyorum), kitap nasıl okunmalıdır, kitap seçerken kişi neyi baz almalıdır (kendisini, yine!), barış nedir, nasıl sağlanır, iyi şiir nasıl yazılır, çağın getirdiği mekanik dünya ile romantik şiiri nasıl bağdaştırırız, bunca mekanik ses arasında şiirin ritmini nasıl buluruz, nasıl kurarız, nereden damıtırız, bir kadın toplumda nasıl bir rol üstlenebilir ve ne gibi işler yapabilir heeeeepsi var. Bence çok keyifli, eğer Woolf okumayı seviyorsanız, hem onu daha iyi tanımak adına hem de tüm bu sorulara beraberce cevap aramak adına bakabilirsiniz buna da. Şunlar da benim alıntıladıklarım.

Bütün bunlar dışında taşınmayı, iş bulmayı, çalışmayı falan düşünüyorum. Müstakbel ev arkadaşlarım gelmeden taşınamıyorum, taşınmadan iş bulamıyorum ve olabildiğince az para harcamak istediğimden de evden çıkmıyorum. Bu yıl hepimiz müthiş bir kafa karışıklığı ve parasızlıkla mücadele edecek gibi görünüyoruz. Haydi bakalım, yeni maceralar bekliyor hepimizi!

İki gündür de şunu dinliyorum, size de bırakayım:
https://youtu.be/bYPjiWmgBT8

2 yorum:

  1. Hırsızlığa çok üzüldüm, en çok da mızıkanın gitmesine üzüldüm, çok severim mızıkaları. Dünyaya Orman denir listemde, Mülksüzlerden sonra onu okuyacağım. (Seri sırasına göre gitmeye çalışıyorum her ne kadar bağımsız olarak okunabilseler de.) Umarım maddi sorunların en kısa zamanda istediğin şekilde çözülür, sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de çok üzüldüm, Uğur hediye etmişti mızıkayı, çok yakın arkadaşım. Teşekkür ederim, sevgiler <3

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;