12 Ekim 2017 Perşembe

7.8.&9.


Altıncı gün çok feci sonlandı. Gece ateşim yükseldi, küçük bir panik atak krizi geçirdim ve ben sızana kadar ellerimi tuttu Mert. Bunun üzerine ertesi gün kesinlikle bir doktora görünmeye karar verdim.  Gerçekten korkunçtu, bir sürü ses, bir sürü gerçek dışılık, bir yandan üşüyorum, bir yandan her yerim acıyor... İçimde çığlıklar atarak koşturma isteği ama bunu da yapacak halim yok falan.

Ertesi gün sağlık ocağına gittim ve ilaçlarımı falan aldım. İksir gibiydi, anında acılarım dindi ve okuyamadığım kitaplarla debelenmeye devam ettim. Budala'yı bitirdim ve başkaca üzerine konuşmaya değecek hiçbir şey olmadı.

Dün üzülüyor, ağlıyor, resim falan yapıyordum, Zeliha aradı. Otostopla Eskişehir'e geçeceklermiş ama işte saat çok geç olmuştu ve bize gelip gelemeyeceklerini sordu. Otostopa çıktığı arkadaşıyla bize geldiler ve bu bana çok iyi geldi. Zaten onları karşıladığımda sarhoştum, Mert'le birbirimize girmiştik ve biraz da ağlamıştım. Normal insanlarla sohbet etmek böyle durumlarda feci halde hayat kurtarıcı olabiliyor.

Bu sabah da, yani sabah dediklerim hep öğleden sonra oluyor aslında, Zeliha bize harika bir kahvaltı hazırladı ve evde tembellik yaptık. Az önce çıktılar, Eskişehir'e doğru devam ediyorlar.


Onlar gelmeden önce bu hayatta olmak istediğim şeyin bir mutlak olmak olduğunu düşünüyordum. Tüm anlamsızlık içinde ve tüm boşluk içinde bir nokta. Titreşmeyen ve kıpraşmayan ve sabit bir nokta olmak, insanların ve şey'lerin gelmesini sevinçle karşılamak, gitmelerine boyun bükmemek ve geri dönmek istediklerinde her zaman orada, yerli yerinde bulabilecekleri bir değişmez olmak istedim. Bunu insanlara vermek istedim çünkü buna ihtiyacım vardı.

Buna ihtiyacım vardı çünkü hep gitmek istiyordum. Hep titreşmek, uzamak, kısamak, erimek ve tekrar donmak, dağılmak ve bütünleşmek. Bir biçmim olmasın istiyordum, kaçabileyim ama dönebileyim de. Beni bekleyen bir nokta, bir mutlak olsun. Tüm anlamsızlığın içinde, tüm anlamsızlığı sonlandıran, ve hikâyeyi bitirebilecek. Geri dönebileceğim ve her şeyi anlamlı kılacak bir mutlağa ihtiyacım vardı. Onu hiçbir zaman bulamadım ve böylece o olmak istedim. O mutlak da olamadım.

Şimdi nokta olmaya çalışıyorum ama bir virgülüm neresinden baksan. Virgül, dünyanın en zavallı şeyi gibi geliyor. Üç nokta hiç bitmeyişi hatırlatıyor, ünlem ancak haykıracak bir şeyleri olanlar için, iki nokta en azından söylenecek bir şeyler olduğu hissini yaratıyor, virgülse, sadece erteleyen, her şeyi... Donmayı da, erimeyi de. Hepsinden biraz olabiliyorum, titreşiyorum, durdurmaya çalışıyorum, titreşmeye devam ediyorum. Değişiyorum, dönüşüyorum, nokta olma arzuma ihanet ediyorum çünkü o zaten aslında istediğim bir şey değildi. Kendime biçtiğim bir mecburi rol ama hayatta hiçbir mecburiyeti kabul etmeyerek buna da ihanet ediyorum.

Şu zamana kadar hep bekledim, neyi beklediğimi de bilmeden bekledim. Birini mi, bir şeyi mi, deliliği mi bilmiyorum, hiç bilmiyorum. Şimdi bekleyiş de bitti ve sadece karanlık kaldı. Koskoca ve ağırlıksız bir karanlık ve boşluk değil, belki de boşluk zira kuşatıcı.

İstanbul'da karşılaştığımız dayı "Boşluk olmadan yaşam olmaz" demişti. Kafada, bedende, yaşamda ve kalpte boşluğa ihtiyaç var oysa telaşla tüm boşlukları doldurmaya çalışıyorum. Hiç boşluk kalmasın istiyorum, dolup boşalma sürecine tahammül edemiyorum.

Geçenlerde Çanta'yla konuşurken "Bu varoluşçulukla alakalı değil. Ne kadar kabız ve kısır da olsa varoluşçulukta bir felsefi temel var. Bizde o da yok, bu ruh hastası olmakla alakalı." dedim. Dün gece Mert'e "Ruh hastası olmaktan çok yoruldum artık, en son ne zaman sağlıklıydım hatırlamıyorum bile." dedim. Türk hekimlerine kalırsa toplumumuzda sağlıklı insan yok-muş. Kabul edilebilir, sağlıksızlığın da ölçüsü olmalı ama buna da kabul.

Bu sonsuz dolmalar ve boşalmalara, eğilip bükülmelere, kırılıp toparlanmalara tahammül edemeyişimin eseriyim bunu biliyorum. Bende harika olan ne varsa tüm bu çelişkilerden, gitmek isteyip gidememelerden, kalmak isteyip kalamamalardan besleniyor diye kendimi avutmaya çalışıyorum.

Bir zamanlar birileri ile doyunca masadan kalkmayı bilmek gerek diye konuşmuştuk. Sonsuzca yiyorum, hiçbir zaman doymuyorum ama yediğim hiçbir şeyi bir ürüne dönüştüremiyorum. Sonsuzca yaşadığım şey hazımsızlık. Hazımsızlık, hazmedememek, hiçbir şeyi, dönüşmek ama dönüştürememek, bir ürünün olmayışı, boşaltımın sağlanmayışı. Tam olarak boşalamamak, boşalma anlarına neyin neden olduğunu bilememek, boşalma ürününü elle tutup gözle görememek.

Çözülen sorunlar bile çözülmemiş gibi. 23 yaşındayım ve hiçbir şeyi çözemedim. Bir şeyleri çözmek için erken bir yaş, 23, çok toy, çok genç. Ama bir şeylere başlamak zarureti bu yaşlarda ortaya çıkıyor.

Yine de, bu dünyada hiçbir şey olamasam, nokta da olamasam, virgül olarak da kalamasam da, sonsuz bir ego ve kibir yığını olmayacağım. Her ne olursam olayım, bir asalak bile olsam, kendime yalanlar söylemeyeceğim. Hep böyle itiraf mektupları yazacağım, çirkinliğimden kaçmak istediğimde onu tüm dünyaya haykıracağım -ki kaçamayayım, kaçamayalım. İşte bu kadarını yapabilirim, kendime daha fazlasını borçlu değilim, sizlere de, kimseye.

Hiçbir şeyin vaadini vermiyorum, kendime de, sizlere de. Artık bir mutlak olmaya çalışmıyorum, bunu bıraktım. Artık bir mutlak bulmaya çalışmıyorum, bunu da bıraktım. Sonsuz aptallıklara, sonsuz bencilliklere tahammül ediyorum, karşıma geçip ağlamanıza izin veriyorum ve hiçbirinize ama hiç birinize karşı en ufak bir merhamet beslemiyorum. Buna hakkım var, en başta ne nokta, ne virgül olabilen kendime beslememiştim çünkü. Bir kez daha Beckett;

"Bu arada şunu söylememe izin verin, hiç kimseyi bağışlamıyorum. Onların hepsine rezil bir yaşam, sonra da cehennem ateşi ve dondurucu soğuklar diliyorum, bir de geleceğin iğrenç kuşakları arasında saygın bir ad. Bu akşamlık bu kadar."


4 yorum:

  1. Mutluluk kısmına girmiyorum şimdi çünkü ben de bilmiyorum. Fakat Eskişehir deyince imrendim. Bırak otostopu normal vasıtayla gidelim diyorum bir arkadaşa hala olduramadım :( Camel dinleyeyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay imrenecek bir şey yok bok gibi bir şehir buradan daha bok gibi olmasın, ya da benim orası ile bağdaşan anılarım bok gibi sonlandığından, bilmiyorum. Camel dinle <3

      Sil
  2. kimseye merhamet beslememek ( hatta kendimize bile ) bu kısma çok katılıyorum.Ve kaçmak istediklerimizle yüzleşmek... bu zor ama istemesekte bir gün mecburen yapıyoruz.aslında mesele o yüzleşmeden çıktıktan sonra ne kadar dik durabildiğimiz...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kendine dürüst olmamak, kendinle yüzleşememek falan dünyanın en büyük kötülüklerini doğuruyor bence bazen.

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;