17 Aralık 2017 Pazar

iki kitap daha

Begüm, ödevlerine yardımcı olduğum için bana kitap göndermişti, benim seçtiğim kitaplar tabii ahah. Hayvanat Bahçeleri ve Doğanın Sonu, Beat Kuşağı, Karşıkültürün Temelleri hep onun gönderdiği kitaplardı. Karşıkültürün Temelleri'ni çok sindiremedim, o yüzden onu daha yazmayacağım. Bu konuyu biraz daha deşer kurcalarsam birkaç kitapla birlikte tekrar döner yazarım.
Bunların ardından Kipling'in Dilek Evi'ne başladım ama onda da çok ilerleyemeyeceğimi hissettim. Kendime daha fazla mani olmayayım diyerek Sombrero'yu aldım elime, yine Begüm aldı bunu da.

Hep söylüyorum, Brautigan ne yazmışsa okumak isterim diye. Şenol Erdoğan bu kitaplar için "roman kılıklı şiirler" demişti, daha uygun bir tanım bulamadım ben. Brautigan'ın roman kılığına bürünmüş şiirlerine bayılıyorum. Hepsi çok içli, çok naif ve gerçek üstü kitaplar, büyülü gerçekçi falan değil bana kalırsa, sürreal.

Bu da iki katmanlı ve bu iki katmanın asla birleşmediği bir kırık dökük aşk romanı. Japon sevgilisi tarafından terk edilmiş bir komedi yazarı, her zamanki gibi isimsiz, bir hikâye kurmaya başlıyor. Bir belediye başkanı, onun yeğeni ve bir evsiz yol kenarında dururlarken önlerine gökten bir sombrero düşürüveriyor. Daha sonra iç sıkıntılarına gömülmeye karar verip kağıdı özenle parçalayıp sonsuz gibi görünen bir çöp tenekesine atıveriyor. Kağıtlar çöp kutusunun sonsuz görünen sonuna ulaşınca farklı bir boyutta öykü başlangıcı gerçeklik kazanıyor. Belediye başkanı, yeğen ve evsiz adam kaderlerini yaşamaktan artık kaçamayacaklar, onlarla birlikte tüm kasaba da kendi payına düşeni alacak.

Biz bu şapkanın hikmeti anlaşılamadan tekrar komedi yazarının gerçekliğine dönüyoruz. Sonsuzca sevdiği kadını bir kez daha -kim bilir kaçıncı kez- tanıştıkları ilk günden bu yana anması, hatırlaması ve düşlemesi ile karşı karşıya kalıyoruz. Kadını tanırken bölünüp kasabaya dönüyoruz, bu buz gibi sombreronun etrafında dönen olaylara şahit oluyoruz derken hop- komedi yazarının gerçekliğine dönüp kırık bir aşkın acısını onunla birlikte yaşıyoruz.

Daha detaylı anlatamam, zaten anlatılmış bir öykünün, anlatıcıdan daha iyi kelimeler bularak yeniden ve yeniden anlatılabileceğine de inanmıyorum. Böyle iki katman arasında mekik dokuduğumuz, sürekli ve sürekli ve sürekli hüzünlendiğimiz ama gülümsediğimiz bir güzel roman daha Brautigan'dan. Zihin'in en sevdiklerinden biriymiş, benim gönlümü çalan hâlâ Karpuz Şekerinde. Ama tekrar söylüyorum, her ne yazmışsa okumak isterim. Buna bakmasanız da olur ahahah.

Hemen ardından Eroin Güncesi'ne başladım, dün başladım bu gün bitirdim bunu. Kanat Güner'i nereden bulduysa Ebru buldu çıkardı, bir gece "Cessie muhakkak bakmalısın" diyerek gündemimize soktu. Bir kitap takasında elime geçti benim de, minicik diye hemen okuyayım dedim.

Yani çok şey söylenebilir tabii, ne diyeyim, bir yerden başlayayım. Ölmüş gitmiş ve yaşarken de çokça acılar çekmiş bir kadını yargılamak değil elbette ki niyetim, kimsenin yaşamını küçümsemek derdinde de değilim. Çok genel konuşacağım, aklıma Tom Robbins geliyor:"Okulda insanoğlunu daha alt primatlardan ayıran şeyin başparmak olduğunu öğrenirsin. Başparmak evrimin bir mucizesidir. Çünkü başparmak sayesinde insan alet kullanabilir; alet kullanabildiği için algılarını genişletebilir, çevresine egemen olabilir, bilgi ve gücünü arttırabilir. Medeniyetin mihenk taşıdır başparmak! Cahil bir okul kızısındır. Medeniyeti iyi bir şey sanırsın. "

Cahil bir okul kızısındır, cahil bir taşra kızısındır ya da delikanlısı, önemli değil. Az / çok baskıcı bir çevrede yetişirsin, yalnızsındır, birileri seni muhakkak ki sevmiştir de belki de yanlış sevmiştir, bunu sevgisizlik sanırsın. Sonra evden ayrılırsın, büyük şehre okumaya gidersin, kendini özgür sanırsın. Birileri bir şeyler anlatır, birileri bir kitap önerir, duyarsın, dinlersin, okursun, kendini öğrenmiş / bilinçlenmiş / aydınlanmış sanırsın. Cahil bir okul kızısındır/ delikanlısısındır ve dünyanın önünde apaçık uzanmış olduğunu görürsün, her şeyi mümkün sanırsın, özgür olabileceğini sanırsın. Ama hâlâ cahil bir okul kızısındır. 

Bir şeyleri anlamaya / görmeye başladığını sandıkça öfkelenirsin. İnsanlara nasıl "davranılması gerektiğini" öğrendiğini sandığında "sana ne kadar yanlış davranıldığını" görürsün ve öfkelenirsin. Öfke büyür, arayış büyür, neyi arayış bilemezsin çünkü HÂLÂ CAHİL BİR OKUL KIZI / DELİKANLISISINDIR. İnsanın hayatı boyunca öyle cahil, öyle kayıp olabileceğini aklına getirmezsin, birileri sana farklı olduğunu söyler, zeki olduğunu söyler, başkasının göremediği bir şeyi gördüğünü sanırsın. Fikirlerin daha iyi fikirler üretebildiğini düşündüğün insanlar tarafından onaylandıkça çok matah olduklarını sanırsın. Sonra daha çok öfkelenirsin, daha çok yabancılaşırsın, daha çok yalnızlaşırsın çünkü bunları bir tek sen yaşıyorsun sanırsın ve senden çok uzaklarda bir yerlerde kaybolmuş başka insanlar. Sonra toplum bireylerden oluşan bir kavram olmaktan çıkar topyekün bir canavara dönüşür, öyle sanırsın. Değildir ama...

Öfke kendisini çok farklı şekillerde dışa vurabilir, dağıtabilirsin, uygunsuz davranışlar sergileyebilirsin, bundan içten içe keyif alabilirsin, kendini canavarın bir uzvu olmaktan kurtardığını sanırsın, hatta canavara karşı durduğunu düşünürsün. İşte böyle bir kaybeden kahraman, bir anti kahraman yaratabileceğin fikrine kapılırsın kendinden, içinde eritemediğin öfke, kimseyi bağışlayamamak, kimseyi sevememek şeklinde geri döner. Uyamadığın için dönüp dolaşıp kendini cezalandırmak, kendi üzerinden insanları cezalandırmak, sevemediğin için yine kendini cezalandırmak ama bunu sevilmemek sanmak... Oysa herkes sever herkesi, hayatında hiç sevilmemiş insan da olmaz ama görmezsin ÇÜNKÜ CAHİL BİR... 

Mevzular bunlar ve asıl dehşet verici olanı da şudur, bir görebilsen, bir anlayabilsen, herkesin aynı olduğunu, öfke azalabilir, hayat katlanılır kılınabilir. Senden çok uzak yığınlar vardır da, her zaman bireyler de vardır. Ortalama insan paralel hayatları yaşar, benzer acıları çeker. Bir bunu kabullenebilsen, ama ortalama insan olmak istemezsin çünkü hâlâ cahil bir okul kızı / delikanlısısındır. Kimse kahraman istemez, herkes sadece elini tutup denize bakabileceği birini arar. İşte hayat bu kadardır ve bu kadarı içinde muhteşem mucizeler ve güzellikler taşır. Farklı olmak ve bir kimliğin olsun istemek, ama tüm kimlik modellerini küçümsemek ve böylece ait olamamak, ait olamadıkça yalnızlaşmak, sonra bunu unutmak için şu veya bu şeye sığınmaya çalışmak, sonra kendini unutmak istemek, delice yaşamak istemek ama yok olmak istemek falan nasıldır bir tek sen biliyorsun sanırsın. Etrafındaki duvarları nasıl ördüğünü unutursun, zannedersin ki kimse de onları aşamaz, deliklerden içeri bakamaz, seni göremez, anlayamaz ve tanıyamaz. Herkesin aynı duvarlar içinde kendi küçük oyununu oynadığını da unutursun. 

İşte seni yalnızlaştıran hep budur ama hep bu, cahil bir okul kızı / delikanlısı olduğunu, hep öyle kalacağını unutmak, bu sonsuz kibir ve kendi ördüğün kalın duvarlar, kocaman harfler, haykırdığın ucuz fikirler... 

Daha da yazmıyorum, bir tane şarkı bırakayım da çizim yapmaya çalışayım:



6 yorum:

  1. İlk kitabın ilgimi çekti ama %99 okuyamam herhalde. Öyle kitapları okurken Ali'nin değişiyle kendimle resmen kavga ediyorum. Biliyorum severim okurken ama bir yandan da kendimi yerim. Manyak mıyım neyim. :D
    Kanat'ın kitabını ben de okumuştum. Üzücü.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Neden kendinle kavga ediyorsun ayol ahah? Evet çok üzücü.

      Sil
  2. Vallahi Sombrerocuyuz :D Oldukça eğlenmiştim. Brautigan saçmalamaları <3 Erdoğan'ın dediğine de katılıyorum. Harika açıklamış. Karpuz'u da çok seviyorum. Ama Big Sur ve Sombrero felaket etkilemişti.

    Zihin amca :p

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten Brautigan saçmalamaları <3 ahahah. Şimdi şiirlerini bastılar, kitapçılarda imiş. Çeviri şiir okumaktan normalde çok hoşlanmıyorum ama bu Brautigan!

      Sil
  3. amaaan boşver be yaa.. en son daha bir kaç gün önce söyledim kendime bu cümleyi. Evreni anlatan bir belgesel izlediğimde... Miniminnacık bile diyemediğimiz dünyada şu yaşadıklarımıza bak... Kesin halimize gülüyorlardır başka evrenlerden... sinek vızıltısı bile değiliz ki zaten... boşverelim gitsin... ;-))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Boş veremiyorum ben, en mühim deformasyonum bu. Boş verebildigim pek az şey var, sanırım biri bir türlü bitmeyen okulum :D

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;