22 Ocak 2018 Pazartesi

olan bitenler ve incinen hislerim

Her şey böyle başlıyor ve fakat başladığı gibi devam edemiyor. Ahır'da geçirdiğim alkol dolu günah gecesi feci şekilde götümde patladı, iki gün titreyerek yatakta süründükten sonra yine küçük derin bir depresif nöbetle yatağıma hapsoldum. Bu esnada feybuktan ev arkadaşı ilanlarına baktım. Herkes biliyor, çok uzun süredir bu evden taşınmaya niyetliydim. Bir müddet kendi dengesizliğim sebebiyle daha güvenli bir yerlerde kalmak istedim, bir müddet Mert için endişelendiğimden.

Mert'i çok sağlıksız buluyorum. Adamın kendi anormalliği benim ruh hastalığıma maruz kalınca her şey iyice çığrından çıktı. Oturduk konuştuk, ben sosyal fobisi ve bastıramadığı cinsel dürtülerden ötürü kesinlikle bir psikoloğa gitmesi taraftarıyım fakat o bunu şiddetle reddediyor. Başka bir gün tekrar oturup konuştuk ve artık birbirimize tolere edilemeyecek kadar zarar verdiğimize karar verdik. Ben tanımadığım iki oğlana ve tanımadığım iki kıza mesaj attım. Mert'e evden ayrılacağımı söyledim. Senenin başında "Eğer beni de yanında götürmeyeceksen ben Denizli'ye döneceğim, aslında oraya dönmek de istemiyorum ama bu evin masraflarını tek başıma karşılayamam" diyen o değilmiş gibi evden taşınmamın kendisini de rahatlatacağını söyledi. Onun için gerçekten endişeliyim, senelerce dost olduğumuza dair kendimi kandırmış olmamın yanında, aslında onu gerçekten bir dost olarak görmüş, hayatta her zaman yanımda olacağını düşündüğüm insanlar listesine dahil etmiştim ama haklı. Birbirimize hiç iyi gelmedik ve belli ki bu dostluk her zaman tek taraflı idi.

Birkaç saat sonra kursa gitmek için evden çıkacağım. Kurstan sonra müstakbel ev arkadaşlarımla tanışmaya ve evi görmeye gideceğim. Bir evden tek beklentim, ev olması. Bir dolapta bile yaşayabilirim, Harry yaşadı ise neden yaşayamayayım?

18 sene boyunca annemle asla evim gibi hissetmediğim bir evde yaşadım sonuçta. Tüm çocukluğum boyunca hiçbir kişisel alanım bulunmadığını düşündüğüm köy evimizde de yaşadım yazları. Son üç yazım evim olduğunu sandığım fakat olmadığını canım sıkılarak fark ettiğim kamp alanında kırk kişi ile geçti. Yani yaşayabilirim dolapta.

Senelerdir arkadaşız, bu süreçte benim çok fazla inişlerim çıkışlarım, öfke patlamalarım oldu. Hakkını yemeyeyim. O da bana neredeyse hiç arkadaşlık ve hislerimi anlamaya yönelik bir diyalog sunmamış olsa da tost ve salata sundu. O zamanlar da defalarca kez evden taşınabileceğimi söylememe rağmen, şimdi o salataların ve tostların bedelini bir şekilde ödemek zorunda kaldığımı hissediyorum. Ve yaklaşık iki senedir bu arkadaşlığımıza zarar veriyor, eğer ortada bir arkadaşlık kaldıysa.

Hiçbir şeyin arkasına saklanmak istemediğimden kendimi milyonlarca kez sorguladım, o dönemde her kimle yaşamış olursam olayım tahrip edici olacaktım, bunu kabul ediyorum. Başta kendim olmak üzere her şeyi tahrip ediyordum çünkü. Keşke beni gerçekten bir yerlere kapatsalardı ama kimse bunu gerekli bulmadı. Beni ve etrafımdaki herkesi benim şuursuzluğum ile baş başa bırakmayı uygun gördüler. Ne diyebilirim ki, hiç birini kasıtlı olarak yapmadım. Yine de herkesten defalarca kez özür diledim, bu nöbetlere maruz kalan yakın çevremdeki herkesten.

Dün bir oğlanla tanıştım, ben ona iletişimin kısıtlılığından, insanlar arasındaki -hiçbir şey değilse- dil bariyerinden bahsederken o bana teknolojik imkanlardan bahsediyor ve bunun altın çağını yaşadığımızı söylüyor, yedi milyar insan aynı anda istediği bilgiye ulaşabilirmiş şu an. Evsizleri, üçüncü, beşinci dünya ülkelerini ve it gibi çalışıp açlık sınırında yaşayan insanları hesaba asla katmıyor çünkü bu dünya bizden ve çevremizden ibaret ve o an online olan her kadınla/ erkekle sanal seks yapabilme ihtimalimizin olması iletişimin altın çağını yaşadığımıza çok büyük işaret. Hiç kimse madem o kadar iyi iletişiyoruz, neden bu kadar anlaşılamamış ve yalnız hissediyoruz diye sormuyor. Çünkü insanın kendisini anlatmasına ne kelimeler ne de davranışlar yetiyor. İnsan kendisini bir başkası söz konusu olmaksızın var edemez deniyor. İletişimin altın çağını yaşarken o kadar çok ve çeşitli var oluyoruz ki hangisi gerçek kimliğimiz biz bile bilemiyoruz. Birilerine onu, birilerine bunu sunuyoruz. İşte modern dünya.

Aşağı yukarı altı milyon yıllık bir evrim sürecimiz var. Bunun bir yerlerinde bir şeyler daha haysiyetli cereyan etmişti diye umuyorum. Tarihin bir yerlerinde bir parça dürüstlük ve içtenlik muhakkak ki var olmuş olmalı. Olmasaydı bunları özlüyor olmazdık herhalde, bilmiyorum. Buna en yakın şeyi hayvanlarla olan ilişkilerimde görüyorum. Az sonra var olmayacak bir sokak köpeğinin başını okşadığımızda. Seda'nın doğum günü partisine gitmek için evden çıktığımızda bir sokak köpeği geldi yanımıza, dikenlerin içinde yuvarlanmış. Cansu tüylerinin arasından dikenleri ayıkladı otobüs gelene dek. Köpek her birimize başını okşattı, sonra yollarımız ayrıldı. Gerçek ve içten sevgi işte o kadar zamana sıkışmıştı ve o kadardı. Hiç değilse bu gerçekti. Çok sevimli olması ya da bana terliklerimi getirecek olup olmaması önemli değil, o an o var ve ben de varım ve onu seviyorum. Yanımda uyuyan kediyi uyandırmadığımda, kaplumbağa yuvasına sıkışmış 50 yavruyu dışarı çıkardığımızda ve asla aynı dili konuşamadığımız Rus ve Alman teyze ve amcalar güneşte kavrulmasınlar diye üzerlerine havlu gerip, dakikalarca onları denize ulaşana dek takip ettiklerinde. Bir insan söz konusu olduğunda, sahteleşmeyen hiçbir şey olmuyor. Buna ne kadar çabalasam da olmuyor.

Dün gece bu saatlerde dehşet içinde fark ettim, kimi sevdiysem, kime ne söylediysem, kelimelerim hiçbir zaman hiç kimseye ulaşmadı sanki. Bunda ne insanların suçu var ne benim. Çünkü ne onlar sokak köpeği ne de ben. Yıllarca kendi ütopyamda kendi oyunumu olmuş olma düşüncesi beni biraz dehşete düşürdü. Çünkü hep gerçek bir şeyler olduğunu düşünmüştüm. Şimdi inanacak hiçbir şey bulamıyorum.

Bir gece Mert'in dizine yatmış ağlıyordum ve beni öldürmesi için yalvarıyordum ve acı çektiğimi sanıyordum. O da saçlarımı okşuyordu. O geceden sonra çok daha acı verici geceler geçirdim, Mert odasında bilgisayar oyunu oynamayı tercih etti. Bu o geceyi sahte kılıyormuş gibi geliyor ama gerçekti, sonuçta yaşandı. Sonraki geceler kadar gerçekti sonuçta. Böyle şeylere tutunmaya çalışıyorum.

Ve şimdi iki kelime konuşamıyor oluşumuz da gerçek. İnsanlar değişiyor, her şey değişiyor ve zamanda ve dünyada sabit bir nokta bulmak çok zor. Dün gece yine Nip Tuck izliyordum, bir bölümde, karakterlerden biri, ötekine "bana inanacak bir şeyler ver" diye yalvarıyordu. Oysa kimse kimseye inanacak bir şey veremez, herkes onu kendisi işin yaratır ve koruyabildiği kadar korur. Bu yüzden bu kadar çok tanrı yarattık. Tanrıların teker teker devrilmeye başladığı bu çağda bile yeni bir tanrımız var, bilim, teknoloji. Okuduğumuz beş makale ve üç kitapla dünyada olup biten bir şeyleri anladığımızı sanıyoruz ve daha az anladığını düşündüğümüz herkese kendi yargılarımızı savurup duruyoruz. Ben de şu anda aynı şeyi yapıyorum. Tanıdığım bir çok insan, bilime de tanrıya inanır gibi inanıyor.

Ben bu dünyada sadece sevgiye inanıyorum. Birileri çıkıp onun var olmadığını söylüyor, önemli değil. Benim varlığını veya yokluğunu hissedebildiğim tek şey sevgi. Hisler de yanılabilir tabii ama tüm hakikate gözünü dikmiş bir insan değilim, kendi küçük dünyamda beni ayakta tutacak kadar hakikat arıyorum sadece.

Şimdi Tolga Çevik izleyecek ve sabah olmasını bekleyeceğim. Kursa gidip elle tutulur hiçbir şey çizemeyeceğim ama yine de gideceğim. Tarkovsky bir filminde karakterlerden birine şöyle bir şey dedirtiyor "Bir insan, bir şeyi, her ne olursa olsun, rutin haline getirirse bu, dünyada bir şeyi değiştirebilir." Buna inanıyorum. Her sabah aynı saatte sokağa kedi maması bırakmak, her gün aynı saatte defterine yuvarlaklar çizmek dünyayı değiştirebilir. Her sabah gözlerine baktığımız, kendi küçük rutinimizin bir parçası haline gelmiş üç insanı koşulsuz sevebilseydik, her birimiz, belki de bu kadar çok teknolojimiz olmazdı ama daha huzurlu hayatlarımız olurdu. Zaten insan olarak elimizdeki ile ne yapacağımızı da hiçbir zaman bilemedik.

2 yorum:

  1. guzel yazi hakikaten guzel. birkac haftadir aynen lan dedirten en iyi yazi. opuyorum, umarim ev arkadaslarin lolipop gibilerdir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de çok öpüyorum. Bir yerlerde hepimizin aynı çukurda debelendiğini bilmek hem kötü hem güzel <3

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;