13 Mart 2018 Salı

ne oldu, ne bitti, ne okudum, ne izledim

Cumartesi günü Koray'dan Ankara'dayım diye bir mesaj aldım. Ehtiyarlar Feysbuk Grubu'ndan tanıdığım başka bir arkadaş (Sercan) ile birlikte otostopla gelmişler. Yine aynı gruptan tanıdığım başka bir arkadaş da (Fulya) mantı vaatlerinde bulunmuştu bize. Bütün bunlardan ötürü, evde yatma planlarımı bir kenara bırakıp Kızılay'a gittim, cebimde beş kuruş para yok hey allam. Ergen ergen anneme atarlanıp telefonu suratına kapatınca gurur yaptım aramadım da bi daha. Neyse gittiğimde Güvenpark'ta oturuyorlardı Secan ve Koray. Oradan Fulya'nın evine geçtik mantı yedik. Sonra Ebru mesaj attı, kötü hissediyormuş, ben yanlarından ayrılıp Nadas'a Ebru'yu görmeye geçtim, Sercan bana eşlik etti. Yol üzerinde Oya'ya borcumu ödedim, Sercan bir de kitap hediye etti. "Yolumu yeni tanıştığım beylerden kitap tırtıklayarak buluyorum haberin yok" dedim ama yine de etti ahah.

Dün de başka bir oğlanla buluştum allam, bir Tinder görl oldum siliym bari uygulamayı. Şarap falan içtik cips kemirdik, öyle şeyler, çok bir atraksiyon yok.

Gelelim neler okudum neler izledim kısmına. Burak'ın hediye ettiği Mecburiyet'i okudum evvela. Stefan Zweig pek sevmiyorum, Korku'yu okumuştum sevmiştim şaşırarak. Mecburiyet de öyle oldu, Korku kadar sevmedimse de öteki kitaplarına nazaran sevdim. Askere çağrılan bir ressamın vatanı müdafaa ile kendi yaşamı arasında seçim yapma hususunda yaşadığı tereddütleri yansıtıyor, bir yandan da vicdani ret hakkını sorguluyor. Gerçekten bizimle hiç alakası olmayan savaşlarda ölmeli ve öldürmeli miyiz? Bu dünyada insan hayatından daha kutsal bir şey var mıdır? Mecburiyetler ile kişisel doğrularımız arasında kaldığımızda ne yapacağız? Tüm bunları bu kısacık kitapta soruyoruz. Belki bakmak istersiniz.

Bunun hemen ardından Jack London'ın Bir Kuzey Macerası'nı okudum. Uzun öykü mü diyeceksiniz, roman mı orasını bilemiyorum, siz karar verin. Kısacık bir kitap. Bir yolculuğun öyküsü. Aleut adalarındaki Akatan'da yaşayan kabile reisi Naass, düşman ailenin kızı Unga'ya aşık oluyor. Kızla evlenebilmek için varını yoğunu kapısına seriyor ve sonunda aileden onay alıyor. Evlendiği gün, karısı Unga'yı denizden çıkıp gelen sarışın bir adama kaptırıyor. Yolculuk bunun üzerine başlıyor. Naass kuzeyi, güneyi, doğuyu, batıyı, erişebildiği her yeri karış karış arayıp sevdiceğini bulmaya çalışıyor. Jack London'ın uzun, güzel romanlarına kıyasla, bunu pek sevmedim. Bir derinlik de bulamadım maalesef ama Jack London ne yazmışsa okumak isterim dedim bir kere. Belki buna da siz bakmak istersiniz.

Kafam çok dağınık yazıyı toparlamakta zorlanıyorum o yüzden. Seksen kez bölündü zaten. Bir sigara içeyim de öyle devam edeyim bari. Gelelim filmlere, kazağımın arka yüzünü tamamladığıma inanıyorum, o arka yüz tamamlanana kadar sanırım 4 film daha izlemiş bulundum.  Ben tamamlandığına inanıyorum ama çok saçma bir şey oldu, nasıl yapıldığını anlamadığımdan boyun oyuntusu yapmadım mesela ahahah. Ön tarafın ve kolların içinden nasıl çıkacağım hiç bilmiyorum. Neyse, bitince paylaşırım sizinle ahah.

İzlediğim ilk film Balık. Bir sahil kasabasında yaşayan bir aileyi konu ediniyor. Çiftin kızları bir hastalıktan ötürü konuşamıyor. Aile üç kuruş para kazanırken bir yandan da kızın iyileşmesi için doktora gidip duruyorlar. Baba, daha fazla para kazanma telaşına düşüp avlanma stratejisini değiştirince tüm yaşamları değişiyor. Bir yandan babanın materyalist bakış açısı öte yandan annenin spiritüalist (mi denir ) yaklaşımı ve olaylar olaylar. Ben çok sevdim, böyle durağan filmleri çok seviyorum zaten. Yönetmen Derviş Zaim, yayın yılı 2014, IMDB puanı 5.8.



Hemen ardından Harold And Maude'u izledim. Bu da enteresan bir filmdi. Harold intihara meyilli genç bir oğlan, intihar etmiyor ama, çeşitli ölüm şakaları ile insanların yüreğini ağzına getiriyor yalnızca. En büyük keyfi cenaze törenlerine katılmak falan. Böyle bir çocuk. Bir gün çok tesadüfi bir şekilde Maude ile tanışıyor. Maude ise kıpır kıpır, fıkır fıkır, deli dolu bir yaşlı kadın. Filmi izlerken de demiştim, ikisi birleşince bipolar bozukluk ediyorlarsa, bu işin manik ucu Maude, depresif ucu da Harold. Kendisini evlendirmeye çalışan annesinin karşısına Maude'un fotoğrafı ile çıkıyor Harold ve kendisi için seçtiği eşin Maude olduğunu söylüyor. Ancak hesaba katmadığı bir şey var, o da Maude'un seksen yaşından sonra ölümünü bekleyerek gün saymak istemeyişi. Çok sevdiğim bir film olmadı ama fena da değil işte. 1971 ABD yapımı, yönetmen Hal Ashby, IMDB puanı 8.0.

Şu filmi üç günde falan izleyebildim hey allam. Yok bilgisayar dondu, dışarı çıktım, şu oldu bu oldu, bitmedi bir türlü. Yazıyı da dün yazmaya başlamıştım bu gün devam ediyorum o yüzden zaman kaymaları yaşıyoruz. The Odd Life Of Timothy Green'i de dün bitirebildim çok şükür.

Çocuk sahibi olmak isteyen ama bir türlü çocuk sahibi olamayan Green çiftinin hayallerindeki çocuğun özelliklerini ufak kağıtlara yazıp arka bahçelerine gömmeleri üzerine topraktan bir çocuk peydah oluyor. Bacaklarında ufak yapraklar olan bu çocuk onlar için küçük bir ebeveynlik sınavı ve hazırlığı mahiyetinde. Çift, bu şeker mi şeker çocuğa ana-babalık etmeye çalışırken hem pek çok hata yapıyor, hem kendi geçmişleri ile yüzleşiyorlar falan. Biraz klasik bir film, her şey çok beklenen şekilde ilerliyor. Tüm yaprakları dökülünce Timothy ortadan kayboluyor. Sevimli bir film yine de, izlemek isteyebilirsiniz. 2012 ABD yapımı film. Yönetmen Peter Hedges. IMDB puanı 6.6.

Sonuncu film de Anlat İstanbul. Bunu zaten biliyorsunuzdur diye tahmin ediyorum. Böyle iç içe geçmiş öyküleri çok seviyorum. İstanbul'da yaşayan bir grup birbiri ile alakasız insanın birbiri ile alakasız hikâyesini dinlemiş oluyoruz. En sonunda hepsi bir klarnetin etrafında birleşiyor. Çok keyifli idi, izlemediyseniz buna kesin bakın.

2005 yapımı film, yönetmenler, Ömür Atay, Selim Demirdelen, Kudret Sabancı. IMDB puanı 7.4.

Sonra Cosmos'u izlemeye başladım, tanıştığım oğlan önerdi. Beş güne de onu bitiririm diye tahmin ediyorum. Okul asla bitmeyecek gibime geliyor, allam kendimi nasıl bir belaya bulaştırdım ben ya, lanet olsun şu bölüme geldiğim güne gerçekten. Şu anda da bok gibiyim, bir duş alırsam belki kendime gelirim de oturup biyokimya çalışırım, amaan.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;