27 Aralık 2018 Perşembe

olan biten ve okuduklarım

Çok alkollü, çok kaotik bir hafta geçirdim arkadaşlar. Salı akşamı evde otururken tüm mekan gerçekliğini yitirdi ve bildik "niye yaşıyoruz ya, hadi siktirip gidelim" hissi beni ele geçirdi. Birkaç saat sonra bileğimi kestim. Sonra kanayan bileğimi sarıp mutfağa koştum, bir sigara yaktım ve "A yooo, bu gidişatı biliyorum." diyerek cep telefonuma sarıldım. Kızlara mesaj attım, Seda'nın çalıştığı cafede ders çalışıyorlardı. Oraya gittim ders notlarımı alıp. Bütün gece insanlarla konuşup ders çalıştım. Ertesi sabah kendimi mutfakta unuttuğum için sınava gidemedim fakat her şey müthiş hareketli idi. İki gündür uyumuyor olmama rağmen de uykum yoktu. Bari acile gidip rapor alayım dedim.

Saatlerce acilde bekledim, intörnün müthiş yargılayıcı sorularına maruz kaldım. Beklerken çaycıya suratıma kaynar su fırlatmasını, güvenliğe beni bacağımdan vurmasını teklif ettim. Sonunda içeri girip şunu söyledim: "Bakın, buraya sedye üzerinde çırpınarak getirilen teyze ve amcaları benden önce muayene etmenizle asla, hiçbir şekilde sorunum yok fakat size duygu durum bozukluğu nedeniyle geldim ve saatlerdir burada bekliyorum ve boğaz enfeksiyonu olan bir insan bile benden daha acil kabul ediliyor zaten ve bu sistem çok saçma." Ya daha komiği canım sıkıldı sikerim diyip yüz elli metre ötede bir kutu ilaç yutsam beni ambulansla götürecekler ve orayı saatlerce meşgul edeceğim, hayatta her şey çok saçma. Neyse sonuçta beni uyutacak bir takım ilaçlara ve raporuma kavuştum, bu iyi oldu, o gece uyumasam her şey zıvanadan çıkabilirdi.

Sonra dart maçı, alkolizm ve dört beş gün sürdü arkadaşlar. Perşembe hocanın evine sarhoş olarak çıktım, salı sabahı evime ayılmaya çalışır vaziyette döndüm. Beni üzen ve mutlu eden şeyler oldu bu esnada, sadece %20'sini falan hatırlıyor olsam da mühim değil.

Kar yağışı nedeni ile okulu tatil ettiler. HAYATIMDA İLK KAR TATİLİMİ UYUYARAK GEÇİRDİM, inanılmaz mutluyum.

Ha bu arada, bu evden uzaklaşma durumuna Gıcırtı'nın tepkisi, her zamanki gibi odama bir adet bok bırakmak oldu. Beni bokla terbiye edecek bu hayvan.

Eveth, bu süreçte kitaplarımdan biraz uzaklaştım ama az önce pek keyifli bir metin okudum, sigaramı içip gelip hemen yazacağım... Fakat sıradan gideyim...

Dayanamadım Hawkline Canavarı - Bir Gotik Western'i de okudum. Sadece Şenol Erdoğan'ın yayınladığı birkaç bir şey kaldı bu adamla alakalı bir de Tokyo Montana Ekspress ile Yani Rüzgâr Her Şeyi Alıp Götürmeyecek. Tokyo Montana'yı NadirKitap'ta makul fiyatlara bulabiliyorsunuz diye hatırlıyorum. Yani Rüzgâr Her Şeyi Alıp Götürmeyecek çok fahiş fiyatlarla satılıyordu sağda solda sonunda Sel yeniden bastı. Bunu 6.45 basmaya devam ediyor mu bilmiyorum, zamanında NadirKitap'tan almıştım yine çok abuk bir rakam ödememiştim. Çok daha eski bir baskısı da Şatodaki Canavar diye mevcut. O da vardı fakat çalındı geçen yaz kampta. Brautigan'ın baskısı olan kitaplarını alıp alıp birilerine hediye ettiğimden tamamlayamadım, tamamlayacağım... Neyse bunlar çok önemsiz mevzular, kitaba geçiyorum.

Utku fi tarihinde bir yazı yazmıştı, Brautigan ile tanışmam ona dayanır. Sonra unuttum, bundan belki bir sene sonra falan olması lazım Ender'le konuşurken bir pasaj atmıştı, o da Brautigan'dı. Sonra dönüp Utku'nun bloga bakıp teyit etmiş, yazarın peşine öyle düşmüştüm. Yolun sonuna yaklaşıyoruz diye inanılmaz üzülüyorum, keşke kafasını patlatmadan evvel bir iki bir şey daha yazsaymış...

Tamam, kitaba kesin geçiyorum. Bildiğimiz Brautigan fakat bu kez o kadar melankolik değil. İki arkadaş, kiralık katil olarak çalışıyorlar. Bir kasabada takılırlarken bir hatun geliyor yanlarına, Sihirli Çocuk, Bayan Hawkline denen birinin kendilerini beklediğini söylüyor, bu yeni iş teklifinin üzerine iki arkadaş, Bayan Hawkline'in yaşadığı şatoya gidiyorlar.

Şato kasabadan hayli uzak, buz mağaralarının üzerine kurulu. Anlaşılıyor ki Bayan Hawkline'in babası bir kimya profesörü imiş, laboratuvarında bir yaratık besliyormuş(?) ve bir anda ortadan kaybolmuş. Bayan Hawkline(ler) iki arkadaştan bu canavarı öldürmelerini istiyor. Fakat anlaşılıyor ki canavarın bir cismi yok, canavar her yerde. Yalnız peşinde sürüklediği minik bir gölge, bir takım deney tüpleri ve şişeler kahramanlarımıza durum hakkında fikir veriyor.

Her şey kopuk kopuk ilerliyor. Bu deli hız ve zıplamalar bir acemilik ya da beceriksizlik hissi verebilirdi fakat kitabın ritmi ve yaratılan atmosfer içerisinde öyle olağan ve bunun ötesinde olması gereken ki, anlamsızlıklar, zaman kaymaları ve kopukluklar içinde oraya buraya savruluyorsunuz. Ben normalde de bu takım durumlarda kendimi sık sık bulduğum için benim için bu kitabın içine düşmek çok daha kolay herhalde, inanılmaz keyifli. Seviyorsanız veya hiç tanımıyorsanız bakabilirsiniz ama bakmasanız da olur ya, beş yıl sonra herkes bu adamı sayıklarsa diye çok korkuyorum.

Savaşçı, doktorun ödevi idi. Anlatmıştım, hatırlarsınız, hayatta anlam aramak bulmak falan mevzuları. Daha önce de Doğan Cüceloğlu okumamıştım. Kitap Carlos Castenada'nın bir yerli ile yaptığı çeşitli konuşmalara atıflar ve bunlar etrafında insanın kendini yaşamda bir yerlerde konumlandırması ve dahası bu yeri koruması konusunda dersler üzerinden ilerliyor. Yerli, bu "tamamlanmış" insanı "savaşçı" olarak niteliyor, Doğan Cüceloğlu da bir konferansta tanıştığı ve kendisinden yardım isteyen bir öğretmenle diyalogları üzerinden "savaşçı"nın yaşamdaki duruşunu ve işte genel özelliklerini irdeliyor.

Hepsi iyi, hoş. Kişisel gelişim kitabı hissi verir gibi olsa da tam olarak değil, psikoloji biraz daha fakat Doğan Cüceloğlu'nun kurgu konusunda müthiş yavan bir tavrı var maalesef. Anlattığı şeyler bir nebze aklıma yatmasa tövbeler olsun bitiremezdim. Bir anda gereksiz İstanbul tasvirleri, ikide birde gelen garsonlar, ısmarlanan çaylar, ayranlar... Yav ne gerek var? Otur yaz işte bir şeyler, bak Irvin Yalom yapabiliyor bu işi biraz ama sen yapamıyorsun... Befff... Yine de dediğim gibi, edebi unsurların yavanlığına takılmam diyorsanız alın okuyun, kitabın temelde anlattığı şeyler makul, mantıklı, güzel.

Bundan sonra bir takım şiirler okudum. Şiirden bir şey anlamıyorum, şiir zaten işte okunan bir şey, şiir hakkında ne yazayım ben? Şiirden esinlenip öykü möykü yazabilirim yazabilsem, şiirin anlatılacak bir şeyi yok, okunmak için var. O yüzden onları geçiyorum.

Savaşçı'yı okuduktan sonra Kutlu Teyze ile (doktor) telefonda görüştük. Dedim ben bu kitaptan bir şey anlamadım. "Nasıl anlamadın?" dedi, "Basbayağı anlamadım, hiçbir işe yaramadı" dedim. "Ne anlattığını mı anlamadın Cessie?" dedi, "Yoo ne anlattığını anladım ama amacım falan yok." dedim. "Hiç hayalin falan yok mu?" dedi, "Yok" dedim. "Olması lazım" dedi, "Maalesef" dedim. "Tamam" dedi, "onları ben halledeceğim..." "Başka bir şey okuyayım?" dedim, bunu önerdi.

Seneler evvel okumuştum, bir bok anlamamışım. İnsan neyin etrafında dönüp duruyorsa ona odaklanıyor işte, kitaplarla da rastlaşmak lazım. Sonra Bozkırkurdu'nu okuyup deli dehşet sevmiştim, o aralar "ben kimim?"e takıktım çünkü. Bu ikinci okuma süper oldu, siz de muhakkak bakın... Doğan Cüceloğlu'ndan da daha etkili ayrıca...

Mevzuyu anladınız, Siddhartha'nın anlam arayışına tanık oluyoruz. Çok genç yaşlarda ailesini, yerini yurdunu terk edip yollara düşüyor. Anlamı bulmak -yaratmak- tamamlanmak- ne diyecekseniz, neredeyse bir ömür sürüyor. Yaşanması gerekenler yaşanacaktır, ancak bir döngü tamamlandıktan / kapandıktan sonra insan huzur bulabilir, belki bazen o zaman da mutlak huzur diye bir şey yok.

Bunu okuduktan sonra müthiş bir aydınlanma yaşadım, biliyorum, daha kavrayamadan elimden kaçıp saklandı, bunu da biliyorum. Günlerce rüyalarımda bişiler aradım, bişiler buldum, hepsi elimden kaçtı. Baş ucumda defretle kalemle uyuyordum uyanıp not ederim diye, uyanamadan gittiler, hiç birini bilmiyorum. Hipnoz mu yapsa bana biliyorsa, naapsa bilmiyorum...

Virginia Woolf'un kitaplarını kronolojik okuyorum. Bunu 20 yaşında falan iken okumuştum galiba bir, aklımda hiçbir şey kalmamış. Neye güvendim de şu dönemde elime aldım bilmiyorum, kaç senedir de her aralıkta ya intihara teşebbüs ediyorum ya öz yıkım adına büyük adımlar atıyorum ve hep de Woolf okuyorum, Allah sonumu hayır etsin.

Neyse, Deniz Feneri'ni biliyorsunuz, bir ailenin ertesi gün fenere gidip gitmeyeceği üzerinden başlayan kitap sürekli eve giren çıkan misafirler, eş, dost, çocuklar, her allan cezası insanın tüm düşüncelerini, tüm yaşamını bir sağa bir sola zıplayarak deşmesi ile ilerler ve ne olduğunuzu şaşırırsınız. İkinci bölümde ise zamanda müthiş bir atlama yaşanır, yine aynı metodla ailenin ve işte kitaptaki her bir karakterin başına neler geldiğini, nelerin değiştiğini nelerin aynı kaldığını falan öğrenirsiniz, ilk bölümde fenere gidilmemiştir fakat bu kez gidilir. Amaç yerine getirilmiştir fakat hiçbir şey aynı değildir falan filan.

Öldüm arkadaşlar, bittim, ikrah ettim bu kadından, yıldım. Şu ana dek okuduğum en zor metni herhalde. Hayır aşinayım da anlatımına, bilinç akışı da seviyorum ama OLDURAMADIM. Evde kendimi yerlere çarpmak ve ağlamak isteyerek okudum, kızlar çaresizliğimi gördükçe gittikçe cılızlaşan bir ses tonu ile "Bırak istersen?" dediler... Cidden oldukça zor bir metin, bunun nedeni zannediyorum metni domine eden karakterin (ki bence Lily o ya da Lilian, hatırlamıyorum, o tarz bir şey) müthiş melankolik, müthiş silik ve karışık olması. Ve oraları hep gri, hep yağmurlu, denizin sesi, evin içine dolan kumlar... Nasıl kasvet yarabbim, halbuki Marquez de herkesi hep deniz kenarında yaşatıyor ama nasıl pasparlak... Ben de hep görüntülerle düşünüyorum ya, o atmosfer hep mühim oluyor... Hadi bakalım, bakalım Zihin Beyciğim buna ne yorum yapacak ahahahah.

Vee az önce bitirdiğim süper metin... Hüseyin Kıran'ı da Utku önermişti, valla edebiyat konusunda beni Utku ve Zihin besliyor sanırım en çok. Madde Kara'yı önermişti, denk gelmedi, evvela Resul'ü okudum. Çok gerilere giderseniz yazmışımdır, o da çok etkileyici bir kitap idi, müthiş vahşi ve oradan oraya savuran falan. Sonra aldım Madde Kara'yı, o da iyi, şiir o ama. Geçenlerde okuldan çıkınca Özlem'i arayıp kahve içelim dedim. O gelene kadar Kızılay AVM'nin karşısındaki Yapı Kredi'yi kendi çapımda talan ettim. O esnada gördüm "Aaa minicik, hemen okurum" diye aldım.

Kitap 55 sayfa ama nereye çekseniz oraya gidecek üzerine 155 sayfa da yazarsınız. Yürümek üzerinden başlıyor kitap, Kıran önce yürümenin boşunalığını tanımlıyor, sonra hangi amaca hizmet ettiğini. Bu da aynı mevzu, öyle denk geldi, tüm yolculuk o tamamlanmışlık, işte o bütünlük ve güvenlik arayışına hizmet ediyor. Anlatıcı karakter yürüyor, hiçbir şeyi olmadan yürüyor. Yürürken düşünüyor, yürürken düşünmesi üzerine, varmak istediği nokta üzerine... Acıkınca başka şeyler düşünmesi gerekiyor, yiyecek araması, bulması, doğa ile savaşması gerekiyor, sonrasında su bulması lazım ama yürümesi de lazım, korunması, dinlenmesi lazım ama yürümesi hep lazım...

En sonunda bir köyde bir yıkıntıya sığınıyor. Bu yıkıntıda barınırken işte, çok etkileyicidir, belki de kişinin ait olduğu yeri bulması değil, yaratması gerektiğini fark ediyor, her şey gibi. Tüm anlam gibi, tüm sevgi gibi, h-e-r ş-e-y g-i-b-i bakın bu kadar bastırarak söylüyorum. Bu sefer barınağını nasıl inşa edeceği, nasıl daha korunaklı hale getireceği gibi şeyleri düşünmeye başlıyor. Köyden bir ihtiyar çıkıp geliyor, anlatıcı karakteri kapı dışarı ediyor ve her şeyin sonunda yürüyüş baki kalıyor. Bok gibi anlattım, beş gün beklesem yoğururdum kafamda ama bekleyemedim. Süper metin, Hüseyin Kıran'a gerçekten bakın.

İşte bu takım şeyler oldu ve bu takım şeyler okudum. Karenina'ya ara verdim, şimdi ne okusam diye düşünüyorum.

KAR YAĞDI ANGARA ARTIK BEŞ KAT DAHA KATLANILMAZ :(





4 yorum:

  1. Yılbaşını kutlamak için uğradım. Baktım yazı da var😊
    2019 güzellikler getirsin Cessie. Mutlu ol🎄🎊🎸

    Yazının başını okuduktan sonra tekrardan mutlu ol diyorum. Bileklerine kıyma🐾 Kedin tırmalasın. Ama sen bir şeyler yapma😓 Bak ne diyor Neil Young Baba (https://www.youtube.com/watch?v=_JYuG__CJlI) Hastanedeki sıralar gerçekten bazen anlamsız. Benim de arkadaşı uyutuyorlar bu sıralar ilaçlarla. Yeni yıla herkesin mutlu olmasını istiyorum.

    Benim de son kalem Hawkline Canavarı. Onu okuduğum zaman bitecek. Bitmesini hiç istemiyorum asla😑 Bir sürü katil ve sapık yaşarken Bruatigan'ın aramızdan ayrılması bence kozmik düzenin şakası olmalı.

    Hesse hakkındaki görüşlerimi biliyorsun. Bir buz çağı falan yaşayacaksak romanları kurtarılması ve saklanması gereken 2-3 yazardan biri. Yavaş yavaş okuyorum özellikle. Bozkırkudu hala en sevdiğim romanı ayrıca. Fakat bu sene çıkan bir kitabı en az onun kadar iyiydi. Siddhartha ve Demian'ın bile ötesinde bir kitap "Klein ve Wagner"💖

    Woolf mu görüyorum ahahaha😆 Fermina'ya da yorum bırakmıştım. Deniz Feneri en sevdiğim kitaplarından biri. Ama dediğin gibi okurken insanı duvarlara fırlatıyor (şimdi de duvarlarda Proust ile geziniyorum, bitmiyorduuu adamın uzun betimlemeleri💩). En güzel kitabı "Dalgalar" okunamamazlık konuda zirve olabilir. Hem en iyisi hem en zoru. Zaten önermiyorum sana katiyen❌ Dediğin gibi buhran zamanları okunacak biri değil. Sakın okuma Dalgalar kitabını. Beni çok üzmüştü yani. Okuyacaksan da aşırı mutlu iken denenebilir. Ağlatan bir sonu var. Don't..🔙 (Marquez tanımın💟)

    Seyrek Yağmur'u bitirdim geçenlerde. Aslında bazı yerlerini sevdim. Hatta Çaresizliğimiz'den daha iyi olabilir. Fakat yine de beklediğim o ilk kıvılcım çakmıyor bende. Bende olabilir sorun💥

    Kar topu oynayana kadar veletler tüm karı bitirdi yaaaa👺 Lütfen yaşlılara bahçelerde yer verilsin artık⛄

    Varoluşçuluktan nihilizme doğru kayıyor gibiyim. Napmalıyım? 👻

    Z.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım Zihin, iyi dileklerin için çok teşekkür ederim. Yaklaşık iki senedir falan bileklerime bir garezim yok gibiydi, benim için de öngürülebilir olmadı.

      Hesse'ye zaman ayıracağım ya, bir kitabı daha var, Doğu Yolculuğu idi galiba, onu da tekrar okumaya niyetim var.

      Woolf en sevdiğim yazarlardan biri, bu yola baş koydum. Tüm kitaplarını okuyacağım. Bakalım, ölürsem ölürüm kalan sağlar bizimdir ahahah.

      Barış Bıçakçı'yı başta ben de sevememiştim. Geçen sene deli gibi sevdim, belki vakti vardır belki de bana hitap etmiştir fakat sana etmiyordur, bilemiyorum.

      Varoluşçuluktan nihilizme ben de kayıyorum, nihilizmden de nefret ediyorum, varoluşçuluktan bile leş bir şey bence. Ne yapmak gerek hiç bilmiyorum, bir çıkış yolu bulan ötekine el versin.
      Sevgiler <3

      Sil
  2. çok geçmiş olsun sevgili cessie.

    YanıtlaSil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;