15 Kasım 2018 Perşembe

neler izledim?

Hepsini anlatmayacağım. Zaten okuduğumdan da izlediğimden de doğru dürüst bir şey anlamıyorum, her şey bittikten sonra bir bakıyorum kafamın içi bomboş. Bu durum hoşuma gitmiyor, dolayısıyla elimi eteğimi her bir işten çekesim var. Emen.

The Witch: A New England Folktale... Dün bin bir güçlükle izledim bunu, vakti zamanında, internette konuştuğum bir oğlan önermişti. Yarabbim, hayatımda izlediğim en lüzumsuz korku- gerilim filmi olabilir. Bir buçuk saat boyunca sıkıcı, dindar bir İngiliz ailesinin vatanlarını terk edip başka diyarlarda ufak bir çiftlik kurma çabalarını izliyoruz. Eğer temel izleği bizleri germek ve korkutmak değil de bu hayatta kalma mücadelesini anlatmak olsa idi, eminim kurgu çok farklı bir yol izler, biz de nispeten tatmin edici bir film izlemiş olurduk. Fakat bu yaşam mücadelesinin arasına eklenen abuk sabuk gerilim unsurları -ki hiç biri germiyor- hikâyeyi sağa sola savurmaktan başka bir işe yaramamış. Elimizde ne yöne gittiği belirsiz, çiğ ve ne amacına ne de amacı dışında herhangi bir şeye hizmet eden bir film kalmış. 2015 yılında yayınlanmış film, yönetmen Robert Eggers, IMDB puanı da 6.8

Ne var ki gerim gerim gerildiğiniz bir film izlemek istiyorsanız (en azından başları öyle idi) Nocturnal Animals'ı tavsiye edebilirim. Nicedir aklımdaydı izlemek, birkaç gün önce muvaffak oldum. Hikâye üç katmanda ilerliyor. Başarılı bir kadının (bu kadın sanatçı, galerisi neyin var sergiler mergiler açıyor), yazar olmaya çabalayan eski eşinden kendisine ithaf edilmiş bir kitap alması ile başlıyor film. Kadın tekrar bir evlilik yapmış fakat, aradığı her ne idiyse bunu ikinci evliliğinde de bulamamış. Eşi ile arasındaki iletişimsizlik, kızı ile arasındaki iletişimsizlik, sürekli koşuşturmaca ve uyku problemleri, hepsini bir araya toplayınca, mutsuz bir hayat. Eski eşinden gelen kitabı alıyor eline ve okumaya başlıyor, böylece bambaşka bir hikâyeye tanık oluyoruz. Eski kocanın kitapta yaptığı, belki ancak kadının anlayacağı göndermeler sayesinde de geçmişe bakış atıyoruz. Kurmaca, geçmiş ve günümüz içerisinde bir sağa bir sola savrulup duruyoruz. Film hakkında türlü çeşitli incelemeler yazılmış, kim kimin süper egosunu temsil ediyormuş, kim kimin id'i imiş bir bir anlatmışlar. Ben böyle çözümlemeler yapamıyorum fakat daha farklı bir izleme deneyimi istiyorum diyorsanız, yazılanlara şöyle bir göz gezdirebilirsiniz. Film 2016 ABD yapımı, yönetmen Tom Ford, IMDB puanı 7.5.



Herkeslerin öve öve bitiremediği Gemide'yi de izledim sonunda. Film ödül falan da almış ama bana pek hitap etmedi. Adı üzerinde, gemide çalışan bir grup insanın küçük dünyaları ve ego çatışmaları üzerinden başlayıp, İstanbul sokaklarında süregelen ve yine sokaklarda son bulan bir film. Dönemi yansıtması açısından çok önemli olduğu söyleniyor, öte yandan çok da samimi ve gerçekçi bir film ama herhalde bunca çirkinlik bana fazla geldi. 1998 Türkiye yapımı, yönetmen Serdar Akar, IMDB puanı 8.1.




Sonunda Vizontele'yi de izlemeye muvaffak oldum. Bu da bir dönemin Türkiye'sini yansıtıyor, bana kalırsa esprili ve keyifli de yansıtıyor. Küçük bir kasaba halkının televizyonla buluşma çabasını izliyoruz, akabinde bir sürü şeyi de. Bol bol gülüyoruz, sonunda biraz gözyaşı var. Yine samimi bir film olduğunu düşünüyorum. 2001 Türkiye yapımı, yönetmen Yılmaz Erdoğan, IMDB puanı 8.1.

Devam filmi olarak Vizontele Tuuba çıkmış. Ne ilk film kadar eğlenceli buldum, ne o kadar samimi. Deli Emin karakteri ile küçük bir gönül macerası olması dışında filmde Tuuba'yı çok sönük, çok pasif izliyoruz, belli belirsiz. Aslına bakarsanız herkes belli belirsiz var bu kez. Belki de bu nedenle sevmedim devam filmini, bilemiyorum. Tuuba'nın filme ismini vermesini de hiçbir şekilde anlayamıyorum. O da 2003, Türkiye yapımı, yönetmen yine Yılmaz Erdoğan. IMDB puanı 6.5.

Inside Out'u fizyoloji hocam sinir sistemini anlatırken sınıfta önermişti. Doğumumuzdan ergenliğimize dek, gördüğümüz, kokladığımız, tattığımız, öğrendiğimiz her şeyde, öfkeli ve üzgün anlarımızda beynimizde neler olup bittiğini küçük karakterler yardımı ile, çok eğlenceli bir şekilde aktarmışlar. Yine iki katmanda ilerleyen bir öykü, hem ana karakterin şehir değişikliği ve bu yeni şehre ve okula uyum çabasını ve bu süreçte yaşadığı mutsuzluğu izliyoruz hem de beyninde olup biten sonsuz maceraya tanık oluyoruz, inanılmaz keyifli. Bunun devam filmi de yolda, bu sefer kız çocuğunun ergenliğini izleyeceğiz, heyecanla bekliyorum. 2015, ABD yapımı. Yönetmen Pete Docter. IMDB puanı 8.2.


Ne zaman YouTube'a girsem "Sierra Burgess is a Loser" reklamları ile karşılaşıyorum arkadaşlar. Sonunda pes ettim ve açıp izledim filmi. Yani elbette ki bir genç yetişkin filminden çok büyük beklentilerim yoktu fakat bu kadar korkunç bir şey de beklememiştim. Klişelerle ve saçmalıklarla dolu, izlemediyseniz Netflix reklamlarına kanıp da izlemeye kalkışmayın derim. Hemen anlayacağınız gibi ana karakterimiz tombik Sierra, babası yazar annesi de neci hatırlamıyorum ama abuk sabuk kişisel gelişim tantanalarıyla uğraşan bir kadın. Sakin bir evi, nispeten entel dantel bir annesi var. Sierra görünüşü nedeniyle tabiiki okulda bir ezik olarak tanınıyor, okulun en popüler kızı, ponpon kızı da bununla uğraşıp duruyor. Bir gün kendisi ile tanışmak isteyen bir oğlana Sierra'nın telefon numarasını veriyor, bunlar mesajlaşmaya ve konuşmaya başlıyorlar ve işler çığrından çıkıyor. Vallahi ben hiç sevemedim, bir derinlik olmamasını geçiyorum karakterlerde bir tutarlılık da yok, haydi bu karakterler değiştiler ve birbirlerini değiştirdiler diyelim, o sürece de tanık olmuyoruz. Melekler şeytan, şeytanlar melek oluvermiş, bilmemne... Bunları sevmiyorum. 2018 ABD yapımı, yönetmen Ian Samuels, IMDB puanı 6.1.

Sonuncusu da The Lobster. Bunu galiba 4938727384 kişi falan önermişti bana, ben de merak ediyordum. Yani, ayılıp bayılmadım ama fena değil. Distopik bir dünya tasviri. İnsanlar hayat arkadaşlarını bulabilmek için otellere yerleşiyorlar. Burada kimseyi bulamazlarsa, seçtikleri bir hayvana dönüştürülüyorlar. Böyle bir dünya var bir köşede, bir köşede hepsine baş kaldırmış, aseksüeliteyi falan olumlayan bir dünya var, bir köşede de normal şehir ve burada yaşayan insanlar var. Kimler bu şehirlerde yaşıyor onu çözemedim, çift olarak kendilerini ispatlamış olanlar mı? Neyse, böyle bir dünyada bir adamın hayatta kalma çabasını izliyoruz, sonra işin içine aşk giriyor. 2015 Fransa & Yunanistan & İrlanda yapımı imiş. Yönetmen Yorgos Lanthimos, IMDB puanı 7.1.

İki parça okuduklarımdan da yazacaktım ama çok üşeniyorum. Gidip sigara içeceğim. Güzel film önerileriniz var ise yorumlara bırakabilirsiniz. Öpücüklers...

6 yorum:

  1. Film izlerken çoook sıkılan, yerinde duramayıp, hel o kadar saat koltuğa çakılma duygusu...mümkün değil benim için, bir tek kızım için gittiğim sinemalar hariç, yada hasta yatıyor isem işte o zaman...
    Bu ne sabır dedim içimden film eleştirilerini okurken ama seni okumayı seviyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende de dikkat eksikliği var, inanın iki saatlik bir filmi izlemek iki günümü alıyor bazen.
      Teşekkür ederim <3

      Sil
  2. Inside Out benim de en sevdiğim filmlerdendir :) Özellikle sondaki kedi sahnesi çok zekiceydi. Witch'i sevmiştim fakat çok da abartmamak lazım bence. İnsanlar aman yarabbi nidalarıyla onu önermişti bana da fakat sıradan bir korku filmi gibi geldi-çekimleri hariç. Nocturnal'un işçiliği çok başarılı fakat sonunu bence bağlayamamışlar. Lobster'ı çok merak ediyorum !

    Sigara içme :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Witch'i hiç sevmedim. İnsanlar alışıldık korku filmlerinin dışına çıkan, çok başarılı bir film olduğunu falan söylemişler ama bana pek sıkıcı, pek manasız geldi.
      Sigarayı bırakamıyorum fakat azalttım biraz galiba. :)

      Sil
  3. Şu kitabı seveceğini düşünüyorum. Burroughs'la Patti kitaplarını hatırlattı :)

    https://www.idefix.com/Kitap/Kusmuk-Torbasi-Sarkisi/Edebiyat/Turk-Gunluk-Ani/urunno=0001720897001

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Zihin <3 Muhakkak bakacağım.

      Sil

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;