18 Ocak 2018 Perşembe

angara sokakları benimle imtihan edilmeye devam ediyor

Önce kahramanım Hüseyin. Sevgili Hüseyin, 9 yaşındasın ve gerçekten benim kahramanımsın. İnan ben de seni çok iyi anlıyorum. Ben de üniversitede beni soran bir iki güzide hocaya "Cessie biraz rahatsızlandı. Ve Cessie öldü. Öldü." gibi mesajlar atmak istiyorum.

Galiba Hacettepe'de final dönemi başladı. AFC'nin sürekli okula sınav gözetmeni olarak gitmesi gerekiyor, bunu buradan takip ediyorum. Herhangi bir şeyi gözettiğine hiç inanmıyorum, onun için de zulüm zaten bunun için okula gitmek. Akademisyenler için de sınavların zulüm olduğunu bilmek bana anlatılmaz bir mutluluk veriyor. Yine de bahar döneminde okula başlama konusunda çok kararlıyım, çok büyük teşvikler de alıyorum.

Peki ben bu arada ne yaptım? Cuma günü ne idüğü belirsiz bir çökkünlüğe saplandım yine. Yemin ediyorum senelerdir şu blog var, her gün depresyondayım yazmışım artık o kadar sıkıldım ve yoruldum ki hep aynı şeyleri yazmaktan. Ne kadar sıkıldığımı ve yorulduğumu da çokça yazmışım. Son iki atağım / depresyonum / çökkünlüğüm artık ismine ne diyeceğiz bir fikrim yok, şöyle cereyan etti, bunlar yeni: Müthiş huzursuzum ve evden çıkmaya korkuyorum şeklinde. Kursa gidemedim. Sonraki gün Mert'le odalarımızı değiştirdik ve bu iyi oldu, yeni ve düzenli ve kendime ait bir odada olmak bana iyi geldi. Yine de o kadar da iyi gelmedi, hafta sonunu yatağımdan çıkamayarak geçirdim.

Pazartesi sabahı çok tedirgin ve korku dolu olmama rağmen kendimi yataktan çıkarıp kursa gitmeyi başardım. Akşam Nazlı ile buluşacaktık ama annesi ameliyat olacağı için ve akrabaları geldiği için buluşamadık. Ben de Cansu'yu aradım. Cansu sırt çantası ile ve melodikam ile geldi. Koca bir şişe şarap alıp Toki Turkuaz'a geçtik. Müthiş uykusuz olduğumdan birkaç saat uyudum. Sonra sabahlara kadar sohbet ederek ve çeşitli kılıklara girerek ve şarkı söyleyerek -bunlara instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz ama bence ulaşmayın fkjsfs- zaman geçirdik. Sabah olunca uyumaya karar verdik.

Şimdi bu noktadan sonra hayatımın en rezil anlarından birini anlatmaya başlayacağım ama önce size kurstan bahsetmek istiyorum azıcık. Haftada üç gün gidiyorum biliyorsunuz. Bazen model çiziyoruz, bazen portre çalışıyoruz, portre çalıştığımız zamanlarda 15'er dakikalığına herkes model oluyor. O günlerin birinde bir kızı çizmiştim, 15 dakikada ancak kafayı tamamlayabiliyorum, göğse kadar çizmemiz gerekiyor oysa. Kızın müthiş karakteristik bir suratı vardı, dün gece ona beden yapmaya çalışıp yapamadım, şöyle bi' şey oldu.

Çizdiğim hiçbir şeyi beğenmediğimden saklamak ve daha çok saklamak eğilimindeyim ama bu maceradan da hiç birimiz eksik kalmayalım istiyorum bir yandan ahahah. Neyse, pazartesi günü nihayet keyif alarak bir şeyler çizmeye başladım. Gergin olmayınca iki oğlanın kafasını 15 dakikada tamamlamayı başardım. Ali'yi de bir punk oğlana dönüştürme planlarım var.

Şimdi çok rezil anıya geri dönüyorum. Akşama doğru uyandık Cansu ile, Seda'nın doğum günü için minik bir kutlama ayarlamıştık. Kalkıp oraya gittik. Ahır'da AFC'nin maçı varmış, maça takıldım, dört birayı da geçmiş olduğumdan alkol konusunda yine durdurulamaz bir noktaya ulaşmıştım zaten. O gece ne kadar içtiğimi kimse saymamış ama en az on bira devirmişim. Ahır'dan çıktık, Riff'e geçecektik, Ömer'in arabayı getirmesini beklerken çişimin geldiğini fark ettim ve- İŞEDİM ARKADAŞLAR. Ankara sokaklarında bir kaldırımda beklerken pantolonuma işemekte hiçbir sakınca görmedim. Hani bunun bilinçli bir koyverme durumu olduğundan da şüpheleniyorum çünkü o çiş sanki tutulamaz bir noktada olmayabilirdi. Ömer ve AFC bu dünyanın en doğal şeyiymişcesine "Emeen siktiret, hepimiz bi yerlere işiyoruz" diyerek beni Riff'e götürdüler, ısıtıcının karşısına oturarak bira içmeye devam ettim.

Ertesi sabah "BAKIN BU BİZİM KÜÇÜK SIRRIMIZ" diye insanları tembihlemiş olmama rağmen bu rezilliği ifşa etmekten kaçınmayacağım çünkü umarım bütün bunlardan bir gün bir ders çıkaracağım ve siz de çıkaracaksınız. Mekanda insanlarla ne konuştum -susmadım çünkü- oradan nasıl kalktık, yeşil hırkamı nerede bıraktım, bunlar konusunda en ufak bir fikrim yok.

Eve geçtiğimizde koltuğa yatmış ve sızmışım çişli pantolonumla. AFC üzerime battaniyeler örtüp yatmış. Gece sıcaklamış olmalıyım ki kalkıp soyunmuşum, sabah kendimi külotlu çorabımla buldum. Dokuz buçuk gibi idi saat uyandığımda, AFC bilgisayarının başında kendine gelme umuduyla bira içiyordu. Bana psikedelikli bir şeyler açtı, müzik. Kafam hala güzel olacak ki müzik dört bir yandan akın etti ve beni sarmaladı, biraz su içip geri uyudum. Öğlen uyandığımda AFC yatmıştı, bir tane eşofman bulup üzerime geçirdim, çişli pantolonumu bir poşete sarıp çantama tıktım ve evden çıkıp kendimi Toki Turkuaz dolmuşuna attım. O günüm ve bu günüm evde anksiyete nöbetleri geçirerek ve sürünerek geçti.

Hayır bu iyi gelmiyor işte, gelmiyor yani. Ne zaman sarhoş olsam ertesi üç günüm net bir şekilde müthiş depresif ve gergin ve huzursuz geçiyor, bunu her defasında neden yapıyorum bilmiyorum. Ama kendimi de anlıyorum çünkü bir noktadan sonra şuurum tamamen devreden çıkıyor. Müthiş konuşkan, müthiş neşeli oluyorum her şey müthiş hareketli oluyor. Alkol dışında beni bu kadar uyaran bir madde daha keşfedebilmiş değilim. O her şey mümkün ve yapılabilir kafasını sevdiğimden de devam ediyor değilim, asla önüne geçemediğimden devam ediyorum. Sonrası çiş, sonrası hüsran, sonrası pişmanlık oluyor. Yine de kendi önüme geçme çabalarım çok tatlı, yorganı kafama kadar çekip kendimi ölmemeye ikna etmek ya da yarın kursum var diyip kendimi dışarı çıkmamaya ikna etmek ya da HERKES İNSANI ÖLDÜRECEK KADAR SIKICI diyip dünyanın en sıkıcı oğlanları ile flört etmemeye kendimi ikna etmek, böyle anlar da oluyor çünkü, inanması güç ama... İki üç sene daha ölmemeyi başarırsam her şey daha stabil bir hal alacak diye tahmin ediyorum ve direniyorum. Güzel... Tüm bu kafamdaki kaos ve kabuslar ve depresyonlar ve sarhoşluk anları ve her şey arasında bir miktar çişi de kabul edebiliriz aman...

Yarın kurstan sonra AŞTİ'ye yollanacağım ve İstanbul'a gideceğim çünkü Zeliha'yı çok özledim. Ve Koray'ların bir tane feysbuk grubu var, onun tanışma toplantısı var. Zaten tanıdığım insanlarla yüz yüze tanışacağım ve Kadıköy'deki ikinci elciden bana dünyanın en sıcak kazağını bulacağız, hayattan böyle beklentilerim var. Bu iki gün boyunca alkol tüketmemeyi umuyorum ama sonsuz bir eğlence ve arkadaşlık ortamında kendime ne kadar hakim olabilirim bilmiyorum.

O kadar sıkılıyorum ki, çünkü bu hayat ve bu sistem asla içinde yaşamak istediğim bir şey değil ve hâlâ bununla savaşıp durmak da müthiş ergence geliyor ve asfalt ve kaldırım görmekten nefret ediyorum. Etrafımda bir tane patika olmamasından nefret ediyorum. Ve bu dünyaya eklemek istediğim hiçbir şey yok, böyle olunca her şey anlamını yitiriyor. Tombul Budha illüstrasyonlarını kopya edip duvarıma yapıştırmak bana yetiyor ve bir bahçem olsaydı ve orada kabak ve domates yetiştirseydim, onları pişirip sonsuzca Buddha'lar çizseydim her şey daha harika olurdu gibi geliyor. Ama bu her boka ve birbirimizin hayatlarına da sonsuz erişim sağladığımız çağda - Bauman Özgürlük kitabında panoptikon'dan bahsediyor, zamanında bir sosyolog bir denetim yöntemi olarak böyle bi' şey tanımlamış. Şeffaf bir hapishane, mahkumlar gözetleyicilerini göremiyorlar ve ne zaman gözlendiklerini bilemiyorlar ve bu sayede sürekli bir özdenetim altında tutuyorlar kendilerini ceza ve ödül sisteminden fayda sağlayabilmek için. Ve 21. yüzyıl insanı daha dahiyane bir şey yaptı, bunu icat etti, TÜM İNSANLARI KENDİLERİ İÇİN BİR PANOPTİKON YARATMAYA İKNA ETTİ. Müthiş bir sistem, biz bunu sosyal olmak, havalı olmak, birey olmak, bir şey olmak adına kendimize yapıyoruz işte. Hiçbir şey üretecek kadar beynimiz olmadığından ve üretebildiğimiz tek şey kendi kabız hayatlarımız olduğundan onları süsleyip bir sanal gerçeklik yaratıp sürekli başka insanlara sunuyoruz ve sürekli izlendiğimizin bilinci ile kendimizi sıkıştırdığımız sikik sokuk hayatı yaşama konusunda müthiş gerzek bir motivasyon sağlıyoruz ve bunu tüm netliğiyle gören insanlar bile bundan kaçamıyor ve her şey daha mide bulandırıcı bir hal alıyor. Ben sadece şişko Buddha'lar çizmek isterken bir bakıyorum kendimi yetenek sınavlarına hazırlansam mı cidden derken buluyorum çünkü sadece kendimiz AMA SADECE KENDİMİZ için bir şey yapmak ve bunu safça ve SADECE KENDİMİZ İÇİN YAPTIĞIMIZ ŞEYİ SADECE KENDİMİZ GİBİ YA DA SEVDİĞİMİZ YA DA DEĞERLİ BİRİLERİ İLE PAYLAŞMA durumu söz konusu olamıyor. Sonra bu sadece kendimiz için yapma niyetiyle başladığımız şey bir kendini pazarlama aracına dönüşüyor çünkü diğer insanlara da tüketecekleri bir şey sunmak zorundayız ve sonunda bütünüyle, tüm kişiliğimiz ve yaşamımız bir tüketim nesnesine dönüşüyor ve biz de bundan tatmin sağlamayı umuyoruz ve sonra da ortada bir tane samimi insan, samimi üretim, samimi fikir yok diye zırıl zırıl ağlıyoruz. Ve sanki kendimiz dışında herkes samimiyetsizmiş gibi bir aymazlık içinde herkesi suçlayıp duruyoruz ve bu dünyada kimse samimiyet üretemediyse ben üreteceğim diyemiyoruz ve bu sonsuz zavallılık sürüp gidiyor ve sonra da geberip gidiyoruz.

Neyse yine delirdim ayh, çok sıkıldım bunlardan da çok sıkıldım. Her şeyden çok sıkıldım. Müzik bırakayım. Sokaklara işedim ve çok da güzel yaptım, çişim vardı ve işedim, keşke iki kez daha işeseydim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

nasiplenin arkadaşlar :)

926 şarkının sadece 200'ünün gösterilmesi ayıp.

Zevkle Takip Ediyoruz:

Kitapkurtları;

Farklı İklimlerden;